Stefan Zweig, Dünün Dünyası isimli kitabında radyonun gevezelikleriyle bizi oyalamadığı zamanlardan özlemle söz eder. Çünkü bu zamanlarda insanlar radyo başına tünemek yerine birbirleriyle sohbet ederlerdi. Sohbet veya daha geniş bir ifadeyle insani etkileşim, en iyi öğrenme yollarından biridir. Radyo, nazarı dikkatimizi başka yöne çektiğinden beri bundan mahrum kaldık diye hayıflanır. Zweig, 1881 doğumludur. Onun için okuma çağının insanı dememiz doğru olur. Zweig’in yaşadığı yıllarda okumak, bilhassa gazete veya dergi, dünyaya açılan penceredir. İnsan dışarıda neler olup bittiğinin bilgisini ancak bu şekilde edinebilir. Zweig’den yaklaşık çeyrek asır önce doğmuş Ubeydullah Efendi’nin kendi gazetesini basabilmek için sırtında baskı makinesi ile dolaşmasının nedeni budur. Öyle ya bugün baktığımızda Ubeydullah Efendi’nin yaptığı bize delilik olarak görünür. Lakin efendim, onun da okuma çağının insanı olduğunu unutmamız gerekir.
Ubeydullah Efendi ile Zweig’den daha yaşlı olan divan çağının büyükleri belki de bu gazete denen, insanın zihnini bulandıran yazılar birikimine hoş bakmadılar. Çünkü hikmet ile tezvirat burada birbirine karışıyordu. Çarşamba pazarı gibiydi mübarek. İnsan gazete yerine mesnevi yahut divan ya da bir ahlaki risale okusa daha iyi değil miydi? Divan çağının insanları gazetenin gücü karşısında pek de dayanamadıklarından onların söylediklerini çoktan unuttuk. Lakin daha ilginci Zweig’in söylediklerini bile hatırlamıyor olmamız. Şimdilerde radyo dinleyen birine bir kültür taşıyıcısı gözüyle bakılmıyor mu? Radyo televizyona göre daha üst bir kültürel seviyeye, telefona göre büsbütün aristokratlığa karşılık gelmiyor mu?
Zweig’in yaşadığı okuma çağı yerini radyoya bırakınca bizim yerimize okuyan birileri çıkıverdi. Radyonun düğmesini çevirince haberleri, romanları, hikâyeleri sizin için okuyan biri çıkıyordu. Size kalan kulağınızı verip dinlemekti. Okumak her zaman için dinlemekten daha yorucu olduğundan büyük kolaylıktı bu. Fakat okuma çağının insanları, sizin okuma özgürlüğünüzü elinizden alıp kendi istediğini okuyan radyoya kızdılar. Kızdılar kızmasına ama hepsinin evinde bir köşede radyo oldu. Belki radyo çağının insanlarına göre onun başında daha az vakit geçirdiler. Arada sırada da olsa radyoyu dinlediler.
Sonra televizyon çıktı. Televizyon çıktığında okuma çağının insanları hem yaşlı hem de azınlıktılar. Radyo çağının insanları dünyanın her yerinde ezici bir üstünlüğe sahipti. Radyo başında çok vakit geçiren gençlere muhtemelen bırakın bunu, gazete kitap okuyun tavsiyesinde bulunuyorlardı. Televizyon hem kulağa hem de göze hitap ettiğinden radyonun yerini tez vakitte aldı. Televizyon çağının insanları radyo başında oturup, haber okuyan adamın genç mi, yaşlı mı, güzel mi, çirkin mi olduğunu hayal etmek zorunda değillerdi. Her şey karşılarında olup bitiyordu. Üstelik televizyondaki insan sadece söyledikleriyle değil hareketleriyle de yığınla şey anlatıyordu.
Durum böyle olunca radyo köşeye kalktı, televizyon radyonun yerini aldı. Televizyon başında tüneyen kuşaktan olan bizlere televizyonun türlü zararları çocukluğumuz boyunca anlatıldı. Gözümüzü de ahlakımızı da bozardı bu meret… O yıllarda radyo başında otursak ebeveynlerimiz sevinçten zil takıp oynarlardı herhalde. Sonra doksanlarda radyo adeta yeniden keşfedildi. İki binli yıllarda ben kendimi radyo tiyatrosu dinlerken buluverdim. İyi bir iş yaptığıma inancım tamdı. Öyle televizyon başında vakit öldürmüyor, tiyatro dinliyordum. Fakat bir zamanlar radyo için düşünüldüğü gibi televizyonun tahtının sarsılamayacağını düşünüyordum. Günün birinde cep telefonu diye bir şey çıktı. Türlü numaraları ile hayatımıza hızlıca girdi. Televizyon kuşağından olan bizlerin çocukları telefonlu hayatların içine doğuverdiler. Artık istediğin şeyi, istediğin zaman, istediğin yerden izliyor yahut dinliyordun. Biz şimdi telefon çağının insanlarına, telefonun türlü zararlarından söz ediyoruz. Çocuklarımızı bunun zararlarından korumaya çalışıyoruz. Geçenlerde televizyon çağının insanı olan ben, çocuğuma “Telefonu bırak, televizyondan çizgi film izle” derken buldum kendimi. Radyo çağının ebeveynleri bunu duysa beni ne kadar ayıplarlardı. Zweig sanırım ayıplamakla kalmaz bu olağanüstü düşüş üzerine uzunca bir hikâye yazardı. Tevfik Fikret gerçeği bir asır evvelinden keşfetmiş. Hakikaten de insan putunu kendi yapıp kendi tapıyor.