“Uçurtmamı Rüzgâr Yırttı Dostlarım!”: Bir Saha Araştırmasından Notlar
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Latin Amerika’ya göç etmiş olanlar arasında en zor irtibat kurulacak grup Ermenilerdir galiba. Aslında bir kısmı irtibat kurmak istiyor olmalı. Belki daha doğru ifadeyle irtibatını hiç koparmamış olanlar var. Ermeniler, her ne kadar farklı bir mezhepten olsalar da (hepsi değil tabii) Hıristiyan olmanın verdiği rahatlıkla biraz daha erimiş gibiler geldikleri toplumların içinde. Kendi tecrübelerini, tarihlerini ya da tarihe dair kimlik kurucu tercihlerini içinde bulundukları topluma dayatacak kadar irtibat kurmak da bir çeşit entegrasyon tecrübesi olarak ele alınmalı. Keşke kendinizi, örneğin, Arjantinli mi yoksa Ermeni gibi mi hissediyorsunuz sorusunu belli çıkarımlarda bulunabilecek sayıda onlara da sorabilseydim.
Yahudi cemaatiyle ilişki kurmak ise başka bağlamda zor. Birincisi, Yahudi cemaati dışarıya daha kapalı bir görünümde. İrtibatı var ama yok gibi. Bir de araştırmacı olarak her ne kadar dış etkenler beni etkilemiyor diye düşünsen de etkileniyorsun. “Bunlar beni etkilememeli” diye insanın kendisini motive etmeyi denemesi daha tehlikeli zannediyorum çünkü bu sefer insan daha tedirgin olabiliyor.
3 ay kadar önce Bogota’da ilk defa Yahudi cemaatinden birisiyle sözlü tarih çalışmam için temas etmiştim. Cemaatin önde gelenlerinden birisinin çocuğuydu. Oldukça da varlıklı olduklarını tahmin ettiğim bir aileye mensup. Araştırmama elbette destek vereceğini ama mümkünse video kaydı almamamı rica etti. Kabul ettim. Kendi evlerinde birkaç kelime de olsa Türkçe duyduğunu söyledi mesela. Ataları İzmir’den göçmüşler. Bildiği kadarıyla ilk durak Cartagena. Evde Türkiye ile alakalı şeyler konuşuluyor mu soruma “Çok derinlemesine değil ama genel hatlarıyla evet” cevabını veriyor. Neler olduğundan yaklaşık olarak haberdar. Mülakatımızı bitirdikten sonra toparlanırken “Ben de bir soru sorabilir miyim?” dedi. Elbette dedim. “Türkiye bizlere vatandaşlık vermeyi gelecekte düşünür mü?” sorusu geldi. Bunu beklemiyordum. Bunu bilemeyeceğimi söyledim ve karşı soru sordum hemen “Neden Türk vatandaşı olmak istiyorsun?” İspanyolca kurduğu cümle tam bu anlama gelmiyordu, belki biraz egzejere ederek aktarmış olacağım ama bana kalırsa söylemek istediği Kolombiyalı olmanın, Kolombiyalı kimliği taşımanın tam manasıyla kendisini tatmin etmediğiydi.
Yahudi cemaatiyle temas etmek zor, konuşmak daha da zor, hele ki bu günlerde. Gazze’de yaşananların bir muhavereyi etkilememesi düşünülebilir mi? Video mülakat yapmayı kabul eden Yahudi cemaatinden birisi ile mülakat yaptım bugün. Bende bir tedirginlik var. Mesele Gazze’ye gelirse ne yapacağım? Anlaşılan bir Türkle konuşacak olmak dolayısıyla görüşeceğim kişide de bir tedirginlik hasıl olmuş ki yanında bir arkadaşıyla geldi buluşmaya. Belki bu tedirginliği aşabiliriz diye önce biraz konuşalım dedim havadan sudan. Mülakatı yapacağım kişiyle birlikte gelenle daha önceden tanışmadığımız için nezaketen önce onunla konuşmaya başladım. Belki oradan da bana bir iş çıkar diye elbette atalarının nereden göçtüğünü sordum. Avusturya’dan göçtüklerini söyledi. “Biz eşkenaziyiz” diye de ekledi. Ben sormadan söyledi bunu. Türkiye’den göç eden Yahudilerin safarad olduklarını biliyorum. Acaba cemaat içerisinde kimliklenme açısından bu bağlamda bir vaziyet mi var? Düşünmeden edemedim.
Mesele elbette dönüp dolaşıp Türkiye’ye ve Gazze’ye geldi. Bana Türkiye’de genel eğilimin ne olduğunu sordu mülakat yapmayacağım kişi. Anadili İspanyolca olmayan birisi olarak İspanyolca irtibat kurmanın böyle bir anda gelen sorulara karşı belli bir konfor alanı yarattığını söylemek mümkün. İnsan o arada zihninde söyleyecekleri üç aşağı beş yukarı birbiri ardına ekleyebiliyor. Türkiye’de genel eğilimin Natenyahu hükümeti ve dolayısıyla İsrail’e karşı büyük bir öfke olduğunu söyledim ve ekledim: Aslında olması gereken Siyonizm ve Yahudiliğin birbirinden ayrılabilmesi, tepkinin buna göre verilebilmesidir. İsrail’de de bu insanlık dışı süreci eleştiren, gösteriler yapan çok sayıda Yahudi var biliyorum. Ama siyonistler Yahudiler adına konuştukları iddiasında oldukları için ortalama insanın da Yahudiliğe tepkisel hâle geldiğini tahmin edebilirsiniz.”
Beni teyit eder şeyler söyledi muhatabım. Şaşırdım. Hamas’la alakalı şeyler ekledi ama. Ben Hamas’ın ve eylemlerinin de elbette tartışılması gerektiğini ama bunun zamanının 40 bin çocuğun öldürüldüğü bu gün olmadığını söyledim. Aslında ben biraz gerilmiştim ama mülakatı yapacağım kişide ilginç bir rahatlama hissettim. Sanki tedirginliği gitmişti. Mülakata geçelim dedi. Kameramı kurdum, konuşmaya başladık. Arkadaşı da hemen arkama oturdu, ikimizi de takip ediyor gibiydi.
Ataları Ankara’dan göçmüş. Bu ilginç geldi bana çünkü ben Bogota’daki cemaatte Türkiye’den göçenler arasında İzmir’in ağırlıkta olduğunu zannediyordum. Akrabaları arasında bugün İstanbul’un bir semtinde yaşayanlar olduğunu söyledi. Yılda bir kere akrabalarını ziyarete gidip İstanbul’da kalıyormuş. Ankara’ya hiç gitmemiş. İzmir’e gitmiş ama. Dedesi ve babaannesi Türkçe konuşurlarmış evde. Anne ve babasından ise sadece babası Türkçe konuşabiliyor. Kendisi ise Türkçe konuşamıyor. Yirmi dakika, yarım saat süren bir mülakat. Kendisinden yayınlamak için izin aldım aslında ama çalışmanın bütünü içerisinde bir yere oturup oturmayacağından emin değilim. Yayınlanırsa konuştuğumuz diğer meseleler de görülebilecek. Şimdilik benim için bu mülakatın önem arzeden iki yönü var. İlki kendisini nasıl / ne hissettiğine dair sorduğum soruya cevabı: “Kolombiya’da doğmuş bir Türk Yahudisiyim (Un judío turco).” Böyle bir cevap almayı beklemiyordum 31 yaşındaki muhatabımdan. Şaşırdığım için, “peki sence Türk ne?” diye sordum. “Bir tarafıyla Balkanlar’dan Çin’e kadar uzayan coğrafyada yaşayan bir etnik grup. Ama böyle bakınca beni o grubun içine yerleştirmek zorlaşıyor. Bir devletin vatandaşlarına verdiği bağ diye tanımlasam, o da haliyle beni kapsamıyor.” dedi ama kendini bir Türk Yahudisi olarak tanımlamaktaki ısrarı devam etti. Dolayısıyla “Türkiye senin için ne anlam ifade ediyor? “ sorusunun yeri gelmişti. Cevap tam tercümesiyle “anavatan (La tierra madre)” oldu.
Carter Findley’in otobüs alegorisini hatırladım mülakatı yaparken. Karşımda oturan adama o otobüste bir yer bulmak ya da en azından burada oturabilir diye yer tayin etmek, alegorinin anlattığı çerçeve özelinde ne kadar mümkün olabilir diye düşündüm.
Mülakat yaptığım kişinin söyledikleri arasında dikkatimi çeken ikinci husus ise evde Genç Türkler ve Meşrutiyet Devrimi hakkında konuşulduğunu söylemesi oldu. Zannediyorum babası, bu konularda okuma yapmasını da telkin etmiş. Ama okumadım dedi. Fakat Genç Türkler üzerine evde birkaç kere benden önceki kuşaklar arasında konuşulduğunu hatırlıyorum dedi.
Bu söylediği benim zihnimi bir anda hareketlendirdi çünkü bir gün önce, Arjantin’e atanan ilk Konsolos Emir Emin Arslan’ın kente gelişi dolayısıyla yapılan kutlamalar ve karşılama töreni üzerine bir makale okumuştum. Emir Arslan’ı karşılamak için Osmanlı Yahudileri ayrı bir heyet teşkil ediyorlar. Emir Arslan’ın bildirdiğine göre Arjantin’e Osmanlı İmparatorluğu’ndan göç edenlerin %70’i Hıristiyan Arap, %25’i Müslüman Arap, %5’i ise Yahudi. Fakat Emir Arslan’ın karşılanması “olay”ında Yahudilerin hiç de Araplar’dan geri kalmadıkları, hatta benzer bir temsiliyet sergiledikleri izlenimi oluşuyor.
Yahudiler, topluluk içi haberleşme ve kimlik aktarıcı bir unsur olarak Arjantin’de bir yayın neşrediyorlar mı? Şimdilik bilmiyorum, bakacağım. Ama Arapların neşrettikleri yayınlara bakıldığında onları bu kadar heyecanlandıran, bu kadar şevklendiren şeyin Meşrutiyet’in İlânı olduğu anlaşılıyor. Bu ayrı bir bahis elbette ama Osmanlı diasporasından Osmanlı İmparatorluğu’na bakılınca, diasporadakilerin, içinde bulundukları koşulların da etkisiyle, büyük bir umut taşıdıkları anlaşılıyor. Anlaşıldığı kadarıyla Birinci Savaş bitene kadar da genel itibariyle kendilerini Osmanlı’dan çok ayrı değerlendirmiyorlar. Tabii, Almanya’nın Arjantin’e ait bir gemiyi batırması ve Şerif Hüseyin’in İsyânı Araplar arasında çatallanmaları beraberinde getiriyor. Ama bu çatallanma bile Osmanlı’dan kopuk değil. İhtimal durum Yahudiler için de böyle. Okuduklarımdan edindiğin kanaat, Osmanlı’nın yenilse bile bu kadar büyük çözülme yaşayacağını düşünmüyorlar. Osmanlı büyük bir gürültü ile çözülünce de onları tutan kimlik bir anda yok oluyor, yerine koyabilecekleri kökenleriyle irtibatlı kimlik, Arap asıllı olanlar için, içine girdikleri toplumun içinde eriyor. Yahudi cemaati için hikâyenin tam olarak böyle cereyan etmediğini düşünüyorum. Ama bu başka bir yazının konusu.
Hâl böyle olunca, herkeste kocaman bir umut uyandıran 1908 Devrimi’nin başarısızlıkla neticelenmesine üzülmemek elde mi… Masamda Sezai Karakoç’un toplu şiirleri. İlk şiirin ilk mısrası: “Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!” Uçurtmamız 1908 Devrimiydi galiba. O yırtıldığı için bulutlar yarım, o yırtıldığı için bize olanlar…