Osmanlı İmparatorluğu’ndan Arjantin’e göçler On dokuzuncu yüzyılın sonunda başlamıştır. Bir kaynak 1895’te Arapça konuşan göçmenlerin sayısını, Arjantin’de, sadece 876 olarak verirken bir başka kaynak 1914’e kadar Büyük Suriye olarak anılan bölgeden göç eden insan sayısını 450.000 ila 600.000 arasında göstermektedir. Bu rakamlarla bir arada değerlendirildiğinde anlaşılır ki, Arjantin, bu insanlar için, Birleşik Devletler’den sonra en önemli ikinci destinasyon görünümündedir. Sayıları her geçen gün artmakla birlikte bu topluluk mensuplarının Arjantin’de tam bir kabulle karşılandıklarını söylemek güçtür.
Genellikle eğitimsiz ve mesleksiz olan bu göçmenlerin Arjantin’de seyyar satıcılık yapmaları, dilencilik yapmaları, Arapça konuşan göçmenlere karşı oluşan algıyı besleyici bir etki yapmıştır. 1890 tarihli bir el Diario gazetesi, bu Arap göçmenlerin ağır kanlılığından, uyuşukluğundan dert yanmaktadır. Diğer taraftan bu ilk göçlerle gelenlerin önünde oldukça ciddi bir dil bariyeri de bulunmaktadır. Diğer bir deyişle toplumsal bir entegrasyon için gereken en önemli unsurlar arasında sayılabilecek “icap ve kabul” bu periyotta pek ortalarda gözükmemektedir.
Büyük ihtimalle bu sebeple, göçün bu ilk dalgasında gelenler, Osmanlı İmparatorluğu ile olan bağlarını tam manasıyla koparamamışlardır. Yani, sürekli aşağılandıkları, hor görüldükleri, anlaşamadıkları, bütün dünyalarının kendi aralarında yarattıkları informal ağlar olduğu bir vaziyette Osmanlı İmparatorluğu’na olan bağlılıklarını (bunun niteliği ve düzeyi elbette tartışılabilir) sürdürmüş gözükmekteler. Arjantin’deki Osmanlıların Hürriyet’in İlânı’na verdikleri tepkiyi ve yaşadıkları coşkuyu ancak bu şekilde anlamlandırmak mümkündür.
Benedict Anderson ve onu takip eden saymakla tüketemeyeceğimiz sayıda araştırmacı gazete ve benzeri neşriyatın milliyetçilik açısından önemi üzerine kalem oynattılar. Arjantin’de Arapça basılan neşriyat da, bu bağlamda, bir taraftan bu toplumsal grubun içinde bulunduğu topluluktan farklılaşmasına hizmet edip topluluk içerisindeki ilişkileri güçlendirirken diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu’na sadakat ve bağlılık taahhüdünü ilân etmelerine zemin oluşturmuş görünüyor. 1908 Devrimi bu açıdan önemli bir noktayı işaretliyor. Çünkü, içine geldikleri toplumda bir “medenileşme” ajandasının yakıcılığında kendilerini bulan bu Osmanlılar, büyük ihtimalle, Jön Türk devrimi gibi oldukça ilerici bir hareketin gururuyla büyük bir heyecan yaşıyorlar.
Comision Sirio-Ottomana, 8 Eylül 1908’de, Buenos Aires’in oldukça popüler bir mekânında, Casa Suiza’da, Hürriyet’in İlânını onurlandırmak maksadıyla büyük bir ziyafet tertipliyor. Etkinlik için organizasyon komitesinin gazetelere verdiği ilânlarda sadece beş kişinin fotoğrafları ön plana çıkarılıyor, Osmanlı kıyafetleri içerisinde (burası önemli): Hürriyet şairi Namık Kemal, Mustafa Fazıl Paşa, Sultan II. Abdülhamid, Midhad Paşa ve Ahmed Rıza Bey. Bugünden bakınca Sultan II. Abdülhamid bu isimlerin arasında biraz anlamsız kalıyor gibi gözükebilir. Ama o dönem Arjantin’de bulunan Osmanlılar açısından bakıldığında ne anlam ifade ettiği önemli, değil mi? Etkinlikte konuşanlar, Hürriyet’in İlânı’nda emeği geçenlerden “Midhad Paşa’nın ruhunu şâd edenler” diye bahsediyor. Tören o kadar büyük bir gösterişle gerçekleştiriliyor ki, adeta Arjantin’deki Osmanlılar kendilerini, Arjantin’deki “diğerlerine” ispat ettikleri bir imkân bulmuş oluyorlar.
Bir sene sonra, Temmuz 1909’da, Meşrutiyet’in İlânı’nın birinci yılında, Arjantin’in en önemli tiyatro salonlarından birisinde, Coliseo Argentino’da tam dört bin davetlinin katılımıyla bir şölen gerçekleşiyor. Kutlamalar sadece Buenos Aires’le sınırlı kalmıyor. Tucuman’da, Elias Turbay adında bir Osmanlı “Özgürlük ve Meşrutiyet Ne kadar Güzel” başlıklı bir marş besteliyor. Meşrutiyet’in yarattığı heyecanı ve Osmanlı İmparatorluğu realitesine Avrupa’daki göçmenlerle Arjantin’deki göçmenlerin yaklaşım farklılıklarını göstermesi açısından güzel bir örnek, Arjantin’deki Osmanlıların, Fransa’daki Osmanlıları, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğüne inanmıyor olmaları dolayısıyla kendi gazetelerinde yayınladıkları bir açık mektupla protesto etmeleridir.
1910’da Emir Emin Arslan’ın, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arjantin’e gönderdiği ilk Konsolosun, karşılanması da Arjantin’deki Osmanlıların heyecanına güzel bir örnek teşkil ediyor. Emir Arslan’ın gemisinin limana yanaşması, yanaştıktan sonra oteline kadar götürülmesi sürecinde yaşananlar ve oteline yerleşmesinden sonra devam eden kutlamalar ve gösteriler dönemin Arjantin gazetelerinde oldukça geniş yer buluyor. Denebilir ki birkaç gün boyunca Osmanlılar şehri heyecanlarıyla uyutmuyorlar. İlginç bir detay, Emir Emin Arslan’ı Buenos Aires’te karşılayan Osmanlıların iki parçalı oldukları dikkat çekiyor: Araplar ve Yahudiler. Gazeteler “Genç Osmanlı Cemiyeti” ve “Yahudi Toplumu” üyelerinin limanda, yol boyunca konvoyu durdurarak ve otelin önünde birkaç kere Arjantin millî marşını, Osmanlı millî marşını ve Marseillase’i okuduklarını aktarıyor.
Tabii hikâye Birinci Büyük Savaş patladığında biraz çatallanıyor. Osmanlının Almanlarla birlikte savaşa girmesi, Şerif Hüseyin İsyanı, Arjantin’de Almanlara karşı yükselen muhalefet dalgası bu heyecanı, bir tercih zorunluluğunda söndürmüş görünüyor. Her ne kadar aralarında 1922’ye kadar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olunması gerektiğini savunan gruplar varsa da (örneğin 1917 Şubat’ında yayınlanan bir “El-alem el Osmani” gazetesi nüshasında şöyle bir cümle dikkat çekiyor: “Biz Arabız. Fakat her şeyden önce Osmanlıyız.”), Arapların bağımsızlıklarını savunan fikirler daha belirgin bir hâl alıyor. 1917’de bir Arjantin ticaret gemisinin batırılması sonrasında Tucuman’da düzenlenen geniş katılımlı bir protesto toplantısında Arjantin’deki Arapça konuşan Osmanlılar adına konuşan Nagib Baaclini, bir bakıma bir dönemin sonunu da imleyen bir cümleyle bitiriyor konuşmasını: “Kahrolsun Türkler, çok yaşasın Arap hilafeti.”
Bu yazıda kullanılan kaynaklar:
Gladys Jozami, the Path from Trade to Power: the Sons of Syrians and Lebanese in the Military and in Foreign Affairs in Argentina (1920-1962).
Michael Humphrey, Lebanese Identities: Between Cities, Nationas and Trans-nations.
Ignacio Klich ve Jeffrey Lesser, Turco Immigrants in Latin America.
Steven Hyland, Arisen from Deep Slumber: Transnational Politics and Competing Nationalisms among Syrian Emigrants in Argentina.
Gladys Jozami, La Comunidad Musulmana en Argentina. Pablo Tornielli, Hombre de tres mundos: Para una biografía política e intelectual del Emir Emín Arslán.