Türkiye Notları

Fikir Tarih Kültür

H. Hüseyin Bahadır TN AKTÜEL Türk Düşüncesi

Süleyman Bey ve Sol Efendi

Hepimizin hocası Ahmet Mithat Efendi, Felatun Bey ile Rakım Efendi kitabında, romanın nısfını (yarısını) Felatun Bey’e ayırdığını söyler. Fakat roman okununca bunun böyle olmadığı anlaşılır. Romanda daha çok Rakım Efendi’den söz edilir. Felatun’un göründüğü sahnelerde de yazar, onu zor durumda bırakmak için elinden geleni yapar. Ahmet Mithat’ın, Felatun’u bunca hırpalaması boşuna değildir. Bize doğru olan yaşam biçiminin Rakım’ınki olduğunu anlatmaya çalışır. Rakım’ın biraz daha yaldızlanması için Felatun’un törpülenmesi elzemdir. Kısacası bir zamanın moda tabiriyle Mithat Efendi “tezli bir roman” yazmıştır. Yazarın bir teze sahip olmasının, bunu aktarmak için roman yazmasının estetik anlamda tehlikesi üzerine çok konuşulmuştur.  Böylesi romanlarda kahramanlar tip olmaktan uzaktır. Yazarın kimliği altında ezilirler. Okur metnin arkasında yazarın kendisine parmak salladığını görünce onunla konuşmaya girişir. Bu da pek tabi kitaptan alınan edebi hazzı azaltır.

Peki tezli roman olur da tezli biyografi olmaz mı? Bu soru Tanıl Bora’nın Demirel biyografisini okuduktan sonra zihnimi ciddi biçimde kurcaladı. Kitabın girişinde Demirel’in “Türk sağının açıortayı” olduğuna dair tespiti okuyoruz. Doğrusu Türkeş, Erbakan, Özal gibi sağın diğer isimleri düşünüldüğünde Demirel’in neden bir açı olduğu ve ortaya geçtiği anlaşılamıyor. Bir başka husus, Demirel’in esas kahraman olduğu bir biyografi kitabında açıortay bağlantısına niçin ihtiyaç hasıl oluyor? Demirel sağın açıortayı olduğuna göre Türk sağının herhangi bir yerinden çekilen doğrunun (tersi de mümkün, Demirel’den giden doğrunun) Demirel’e değmemesi mümkün değil. O hâlde biyografi Demirel ile ilgili söz söylerken sağı da anlatmış oluyor. Yani bir anlamda açıortay Demirel vasıtasıyla sağın da biyografisi yazılıyor. Böylece Demirel’e dokunulduğunda sağa da söz söylenip bir taş ile iki kuş vuruluyor.

Biyografiye genel olarak sol efendinin kendinden, yerinden, doğrusundan emin hâli hakim. Süleyman Bey ile metnin bir öznesi olarak herhangi biçimde özdeşleşme yahut yakınlaşma hissedilmiyor. Süleyman Bey uzun süren politik yaşamının ve dilinin belasını biyografide sonuna kadar çekiyor. Sol efendiye bakılırsa başına gelenleri Felatun Bey gibi sonuna kadar da hak ediyor. Böyle söylenildiğinde kitabın yazarı “Neden Demirel ile özdeşleşeyim yahut ona yaklaşayım?” diyebilir. Bu elbette ki kişisel bir tercihtir. Ancak iyi edebiyat (ki bana kalırsa ister siyasi ister tarihi olsun biyografi tür olarak edebiyat ile göbeğinden bağlıdır.) kendi kahramanına karşı bu denli mesafeli değildir. Yanlışını serer döker, alay eder, kızar; bütün bunları yapar ama en temelde onu anlamaya, tanımaya uğraşır. Demirel biyografisinde onu tanımaya, dönemi içerisinde anlamaya dönük samimi bir gayret yok gibidir. Bağlamından koparılmış, hangi toplumsal ve siyasal koşulların ürünü olduğu anlaşılmayan bir yığın söz ile portresi çizilmeye çalışılmıştır.  Anadolu’da bir söz vardır. “Çok lafın çok çürüğü çıkar.” Demirel hayatı boyunca çok konuşmuş bir adamdır. Dolayısıyla söylediklerinin çoğu da çürüktür. Biyografi yazarı için bunları bulmaktan daha kolay bir şey olamaz. Böylece, bilinenin ötesinde bir Demirel’i tanıma imkânı Demirel “lakonizmi” içinde berhava olur.

Sol efendi, kendi Felatun’u Demirel’i gayet başarılı biçimde kategorize etmiştir: 1965’te yeni zuhur ettiğinde devlet fikrini eleştiren, onunla hesaplaşma gayreti içinde olan acar bir demokrattır. 1970’ten sonra milliyetçiliğin ve Milliyetçi Cephe hükümetlerinin tadını alır, elbette baş düşmanı komünizmdir. 1980’den sonra demokratlığa yeniden intisap eder. Eh siyasi yasaklıdır, bir an önce siyaset meydanına inmek istemektedir. 1990’larda yine ön saflardadır. Nihayet reisicumhur olunca devlet fikrinin adamı olarak belirir. Bunlara fırsatçılığını, faydacılığını eklemeye gerek var mı bilmiyorum. Demirel’den bolca alıntılan sözler bu çerçeveyi kroki olmaktan çıkarıp ölçekli haritaya dönüştürür. Pek tabi bunlar doğrudur. Ancak iyi bir biyografi metni, üstelik de beş yüz küsür sayfa okuduktan sonra,  “Bildiğimiz Demirel işte”den başka bir şeyi düşündürmemeli midir? Onca emek, onca çaba sol efendinin Süleyman Bey’i takbihi için midir?

Bütün bu takbih esnasında sol efendi bazı şeyleri gözden kaçırır. Mesela Demirel’in mason olmadığını kanıtlamak için belge alması gibi trajikomik olaylar iyice anlatılır. Ancak Güneş Motel gibi pek de hatırlanmak istenmeyen hadiseler birkaç kelime ile geçiştirilir. Demirel’in yetmişler boyunca komünist telaşesinde olduğu anlatılır. Ancak Türkiye’de solun o yıllarda komünizmin kapıda olduğunu düşündüğünden bahsedilmez. Ecevit’in mesafeliliği yanında Demirel’in samimiyetine değinilir. Ancak bunun sağ siyaseti nasıl cazip gösterdiği görülmez. Mesela kitapta anlatılan hoş bir hatıra vardır. Sunay’dan sonra seçilecek cumhurbaşkanı aranmaktadır. Demirel, genelkurmay başkanının adaylığına sıcak bakmaz. Sorun tabi her gün konuşulmakta gazetelere yansımaktadır. Geç vakit Güniz sokağa Demirel’i eve bırakmaya giderler. Bir meczup yaklaşır “Cumhurbaşkanı arıyormuşsunuz, beni yapın” der. Demirel kucağını açar “Gel yahu sen neredeydin, ben de seni arıyordum” diye karşılık verir. Solun Türkiye’de neden anlaşılmadığı belki de Demirel’in bu hikâyesi üzerinden düşünülmelidir. Burada Demirel’in gösterdiği yakınlık ve işi böyle alaya alışı, sağ siyasetin Türk halkı nezdindeki hüsnükabulünü açıklıyor olabilir mi?

Sol efendi kitapta herkesi kendi zaviyesinden kategorize eder. Mesela “Popüler İslamcı yazar Abdurrahman Dilipak”, “28 Şubat’a iyi gözle bakmayan Hasan Cemal”, “Sıkı Özalcı gazeteci Mehmet Barlas”… Fakat söz gelimi Murat Belge’den yahut Ümit Cizre’den söz ederken böyle bir kategoriye gerek duymaz. Anlaşılan o ki sol efendi kategorize ederken bir mesajı da yollamaktadır. Kimi hangi biçimde göreceğimiz onun tarafından bize böylece gösterilir. Bir dönemin pek revaçta söylemi “yetmez ama evetçiler”den pek bir farkı yoktur bu kategorize etme işinin. Muhatabın kimliğini silip bir şişe içine hapsetmektir.

En nihayetinde elimizde iyisiyle kötüsüyle tuğla cesametinde bir Demirel biyografisi vardır. Lakin bu biyografi Fatih Özgüven’in pek de değinmediği 150. sayfasından sonra yavaş yavaş bir Demirel Güldestesi’ne dönüşmektedir. Adım Süleyman soyadım Demirel, siz hep yıllarca baba bildiniz. Süleyman Demirel’den özlü sözler dinlediniz biçiminde sona ermektedir.