“Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır…” diye başlayan türküyü hatırlarsınız. Bizim memlekette okuma yazma serüveni tam da böyle “of” çektirir cinstendir. Sözlüğü ayrı derttir, imlası ayrı… Mesela seksenlerin ortalarında ilkokula gidenlere şöyle bir şey öğretilirdi: İki farklı kelime bir araya gelip yeni bir sözcük oluştururlarsa birleşik yazılırdı. Dolmakalem böyle bir sözcüktür. Dolma ve kalem kelimelerinin bir araya gelmesiyle anlamlı başka bir sözcük türemiştir. Öyleyse birleşik yazılır. Şimdi bu genel kural aklında yer etmiş zavallı çocuklar, günün birinde imla kılavuzunda dolma kalemin ayrı yazıldığını görürler. Zaten bu imla kılavuzunun adı bile ayrı derttir, imla iken yazıma döner. Yirmi yaşına kadar tekrarladığın şey böylece ansızın değişir. Kısacası, Türkçemizin en devrimci kitaplarından biridir kılavuz. Değişmeyen şey yoktur, değişmek öyle kötü bir şey değildir ama bu kararsızlık hâlinin okur, yazarı yıprattığı da bir gerçektir. Mesela ön söz yazmaya korkar insan çünkü kendisi bir vakitler “önsöz”dü, şimdi “ön söz” oldu. Hep alıştığın gibi “önsöz” yazarsan imla kılavuzunun cahili olmakla eleştirilirsin. Ben kılavuza uyup “ön söz” yazayım desen eskinin okuryazarınca haşlanırsın. Haydi bakalım gel de kalemi al…
İş sadece kılavuz ile kalsa bu kadarına razı olunur. Bir de sözlük meselemiz vardır. Eski kelimeler mi kullanılacaktır, bugünkü karşılıkları mi? Fert mi demeli birey mi? İlim mi yazmalı bilim mi? Bilimciler solcu, ilimciler sağcı mı? Buyur bakalım bir sorun daha. Kendi kendisi ile böyle tuhaf mücadelelere girmiş bir cemiyete ne denir? Fakat şunu da inkâr etmemek gerekir bugün bu sorunlar bizi yetmişlerin okuryazarlarından daha az uğraştırmaktadır. Yetmişlerde eski kelimelere bakabileceğiniz bir sözlük bulmak güçtü. Yani, Osmanlıca sözlüğe ulaşmanın sıkıntıları vardı. Oysa yazı dilinde bu kelimeler sıkça kullanılıyordu. Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca Sözlüğü her yerde bulunan bir sözlük değildi. Bu sözlük kurumsal bir yayın faaliyetinin değil şahsi girişimin ürünüydü. Dolayısıyla Ankara dışında ulaşmak güçtü.
Diyelim ki 1975 yılında Atatürk Üniversitesi, Türk Dili Edebiyatı Bölümü’nde öğrencisiniz. Ferit Devellioğlu’nun sözlüğünü Erzurum’da bulmak mümkün olmayabilir. 1969’da Hayat’ın yayınladığı Büyük Türk Sözlüğü ile 1971’de yayınlanan Mustafa Nihat Özön’ün Osmanlıca-Türkçe Sözlüğü’nde eski kelimelerin karşılıklarını bulmak mümkündür. Ancak eski harflerle yazılışları yoktur. Edebiyat ve tarih tahsil edenlere yazılışları da gerekebilir. Bu durumda yapılacak iş Ankara’daki bir akrabadan ya da Ankaralı bir arkadaştan yardım istemektir.
O yıllarda, öğrenimine eski yazı ile başlamış olan yazarçizer taifesinin kısmı azamı hayattadır. Bunlar örneğin Kamus-ı Türki’yi ya da Lügat-i Naci’yi yeni harflere aktaramazlar mıydı? Yalnızca Türk Dil Kurumu’nun özcü dil politikası mıydı bu sözlüklerin yeniden hayata dönmesini engelleyen? Bunun cevabını vermek güçtür. Türk Dil Kurumu iki binli yılların başlarından itibaren bu sözlükleri hayata döndürdü. Bunların içinde çok bilinmeyen sözlükler de vardı. Mesela Karadeniz Bölgesi’nde bir zamanlar çok kullanılmış Lügat-i Cûdî böyle bir sözlüktür. Muallim Cûdî Efendi’nin sözlüğü eski metin okuyacakların işini bir hayli kolaylaştırır. Çünkü kelimelerin karşılıkları yine eski kelimeler ile verilmiştir. Sözlüğü kullananın eski kelime dağarcığı hayli gelişecektir.
Bu parantezi kapatıp yeniden konumuza dönelim. Yetmişlerde söz gelimi Lügat-i Cûdî’ye ihtiyaç yok muydu, sözlüğün basılmasını beklemek için neden 2006’yı beklemek gerekti? Dil politikası ile ilgili tarafını biliyoruz onun üzerinde durmayacağım. Burada eleştirmenliğimizle ilgili bir başka yöne dikkat çekmek istiyorum. Yukarıda sözünü ettiğimiz Hayat Büyük Türk Sözlüğü o yıllarda ciddi bir boşluğu doldurmuştur. Bunu sözlüğün muhtelif baskılarının olmasından anlayabiliriz. Karton kapak veya ciltli baskılarını hâlen sahaflarda çokça görürüz. Muharrem Ergin başkanlığındaki bir heyet (buna Yılmaz Öztuna da dahildir) tarafından hazırlanmıştır. Sözlük hazırlanırken Kamus-ı Türki esas alınmıştır. Dolayısıyla bu sözlüğün içinde o gün kullanılan pek çok eski kelimenin karşılığını bulmak mümkündür. Hayat Yayınları ciddi bir sermayeye, geniş bir dağıtım ağına sahip olduğundan sözlük fazla sayıda basılabilmiş ve dağıtılmıştır. Yani şu bizim Erzurum’daki öğrencinin bu sözlüğü temin etmesi Devellioğlu’nu temin etmesinden daha kolaydır.
Gelgelelim Hayat Büyük Türk Sözlüğü çıkınca Orhan Şaik Gökyay çok sert bir eleştiri yazısı kaleme alır. Sözlükteki hataları sayıp döken bu yazı, Muharrem Ergin ile Yılmaz Öztuna’yı perişan etmek için kaleme alınmış gibidir. Gökyay, eleştirisinde haksız değildir ama üslubu yıkıcıdır. Bu yazıyı okuyan birisinin sözlükten soğuması, Osmanlıca işini aşılmaz bir duvar gibi görmesi olağandır. Sözlük iyi niyetli bir girişim olarak değerlendirilip sonraki baskılarda eksiliklerin giderilmesi için bir şeyler yapılabilirdi. Fakat bu bizim münevverin alışkın olduğu bir tutum değildir. Çünkü bizim münevverin bilgisi tokat yahut kamçı gibidir, adamın yüzünde ansızın şaklayıverir.
Şimdi şeytan insanı dürtüyor. Acaba, Fuad Köprülü okulundan gelen bu sert münevver kuşağının iki binli yıllarda hayatta olmaması eski sözlüklerin çevrim yazısı işini ne derece kolaylaştırdı. Of ki of! Bu soru karşıki dağları yalnızca yıkmaz hepsini dümdüz eder.