Türkiye Notları

Fikir Tarih Kültür

H. Hüseyin Bahadır TN AKTÜEL Türk Düşüncesi

Bir Kitap Vesilesiyle, “Kemal Tahir, Sosyalizm ve Devlet”

Abdullah Cevdet bir ara Viyana’da sefaret doktoru olarak görev yapmıştır. Jön Türk muhalefetini bertaraf etmek isteyen Sultan Abdülhamid, ona böyle bir memuriyet vermiştir. Tabi Abdullah Cevdet de muhalif faaliyetlerde bulunmayacağını vaat ederek bu memuriyete gelmiştir. Ancak işte, can çıkar huy çıkmaz. Abdullah Cevdet Londra’ya gidip diğer arkadaşlarıyla görüşüp muhalif faaliyetlerine gizlice devam etmiştir. Fakat sefir Mahmud Nedim Bey her şeyin farkındadır, azledilmesi için merkeze yazar. Sefirin bu girişimi Abdullah Cevdet’i epey sinirlendirir. Sefirin odasına elleri ceplerinde girer, adamcağıza hakaret ettiği gibi bir de tokat patlatır. Sonuç, Cevdet’in memuriyetinden azledilip maaşını kaybetmesi, yetmiyormuş gibi Osmanlı sefirine saldırdığı için Avusturya’dan sınır dışı edilmesidir. 

            Arkadaşına yazdığı mektupta bu meseleden bahseden Cevdet’in ne kadar dertli olduğu göze çarpar. Sefirin karşısındaki o mağrur tavır, maaşın kesilmesi hakikati ile karşılaşınca sönüvermiştir. “Ben mübarezât-ı siyasiyeden ziyade iştagalât-ı edebiye için mahlûkum” demekte, sefiri tokatlamayı ahmak çocuklar gibi herkesin sözüne inanıp, delice hareket etme olarak değerlendirmektedir. Bu hakikaten üzerinde düşünülmesi gereken bir hikâyedir. Türkiye’de muhalefet edebilmek için bile devlete ihtiyaç vardır. Devlet, bu topraklarda saadetin de felaketin de kaynağı olmuştur denilse abartılı olmaz.

            Türkiye’yi anlamak için onun tarihine bakan Kemal Tahir devletin hayatımızdaki bu merkezi önemini görmüş, bunun üzerinde durmuştur. Fakat onun üzerinde durduğu devlet, tarihin yahut siyaset felsefesinin bize anlattığı “kitabi” diyebileceğimiz devlet değildir. Kemal Tahir etiyle, kanıyla, canıyla içinde yaşadığımız devleti aramaya, onu anlamaya, anlatmaya koyulmuştur. Dolayısıyla Kemal Tahir’in kendisini ve romanını anlayabilmek için onun devlet meselesi üzerindeki fikri mesaine bakmak büyük bir önem arz eder. 

Mehtap Gümüş’ün, “Kemal Tahir, Sosyalizm ve Devlet” tartışması kitabı bu meseleye odaklanmıştır. Kitabın ilk bölümü “Marksizmde Devlet” üst başlığını taşımaktadır. Marksizmin, devletten ne anladığı bu bölümde anlatılmıştır. Böylece meseleyi kavrayabilmemiz için teorik bir çerçeve sunulmuştur. Zira malum Kemal Tahir, Marksisttir. Velakin bunu böyle söyleyip geçebilmek de kolay değildir. Çünkü Kemal Tahir’in Marksistliği yıllar yılı tartışılmış, uzun ameliyatlar geçirmiştir. Bu ameliyatlar neticesi kimisi onun Marksist olduğuna, kimisi de olmadığına karar vermiştir. Kemal Tahir’in Marksist ameliyesi sorgulanırken üzerinde durulan en önemli hususlardan biri de devlet meselesini ele alışıdır. 

Onun bu meseleyi ele alışını milliyetçi bulanlar; yaklaşımının oryantalizme kaçtığını söyleyenler olmuştur. Bu yorumları değerlendirebilmek için Kemal Tahir’in düşüncelerini anlamaya ihtiyaç vardır. Kitabın ikinci bölümü “Kemal Tahir’in Sosyalizm Anlayışında Devlet” başlığı ile onun değerlendirmelerine odaklanmıştır. Memurluk, kapıkulluğu, ATÜT, Kerim Devlet gibi çok önemli tartışmalar bu bölümde ele alınmıştır. Ayrıca Kemal Tahir’in devlet yorumunun, Marksizmden mülhem taraflarıyla ondan ayrılan yönlerinden burada söz edilmiştir. Gümüş’ün altını çizdiği gibi “Meseleye doğu-batı karşıtlığı çerçevesinde yaklaştığı için Doğu toplumlarını tanımadan ortaya konulacak Batılı sosyalist fikirlerin de yalnızca Batı sömürüsünün bir parçası haline geleceğine dikkat çekmektedir.” Burası, Kemal Tahir’in yorumunun ayrıksılığını anlamak bakımından önemlidir. 

Fakat yazar, Kemal Tahir’in bu ayrıksı tarafının onun Marsistliğine halel getirdiğini de düşünmez. “Marksist oluşu meseleyi, daha sistematik bir düşünce çerçevesinde açıklamasını kolaylaştırmıştır. Bu açıdan Marksist dünya görüşü, tarihi metodolojik olarak değerlendirmesinde, konuyu üretim ilişkileri çerçevesinde ele almasında ve buradan belirli sonuçlara ulaşmasında yazar için önemli bir imkândır.” değerlendirmesinde bulunmaktadır. Yani Marksizmin diyalektik düşünme yöntemini önemsemekte; ideolojik katılığın karşısında, bireye özgün düşünme fırsatı tanıyan bu esnekliğe kıymet vermektedir. 

Yazar kitabını  “Böylelikle Kemal Tahir’in sosyalist bir aydın olarak geliştirdiği devlet yorumu salt Marksist çerçeve içeresinden anlaşılamayacağı gibi yalnız öne çıkardığı toplumsal pratikle de anlaşılamayacaktır. Ortaya bütünlüklü bir devlet yorumu konulabilmesi için her iki unsurun da dikkate alınması şarttır.” diyerek bitirmiştir. Burası kitabın temel fikrini ve yazarın Kemal Tahir okumalarının onu nereye götürdüğünü anlamak bakımından önemlidir. Bütünlüklü değerlendirmenin altı çizilmiş, bunun yapılması için de senteze ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.

Günümüzde “Tahirilik” altın çağını yaşamıyor.  Ancak, Kemal Tahir ilgi devşirmeye devam ediyor. Bu ilgi şimdilerde daha çok “karşı mahalleden” muhafazakâr ve sağ çevreden geliyor. Kemal Tahir külliyatı da onunla ilgili yazılar da yeniden basılıyor. Kemal Tahir’in doğu ile batı arasında kalan bir toplumun meselelerine temas eden bir yazar oluşu, ona ilginin devam edeceğini gösteriyor. Kemal Tahir, Türk edebiyatının çok okunmuş, üzerinde çok konuşulmuş bir yazarıdır. Kendi sesinin yankı bulduğunu, yaşarken görme bahtiyarlığına erişmiş ender edebiyatçılarımızdandır. Yıllar önce bir yazar “Huzur, onu ilk okuyanın başını döndürür” gibi bir tespitte bulunmuştu. Gerçekten haklıdır, Huzur için yapılan bu yorum Devlet Ana’dan, Kurt Kanunu’na pek çok esere teşmil edilebilir. 

Gümüş’ün kitabı okura, kendi okuma deneyimi sunan bir kılavuzdur. Kendi okuma deneyimini bizimle paylaşan yazar Kemal Tahir ile temasımızı kolaylaştırmaktadır. Bu çerçevede değerlendirmesi gereken bir başka işi de vaktiyle Türkiye Defteri’nde, Kemal Tahir ile ilgili çıkmış yazıları kitap olarak yeniden yayına hazırlamasıdır. Böylece bu yazılar kitap olarak bütünlüklü biçimde okurun elinin altındadır. Türkiye’de yazarlığın zor zanaat olduğu öteden beri anlatılır. Ancak okurluğun da en az onun kadar zor olduğu üzerinde durulmaz. Okurluk bizim memlekette uğraşılarak kazanılacak bir hassa olarak görülmez. Yani okuma yazma bilen herkesin potansiyel okur olduğu kabul edilir. Oysa hakikat bu değildir. Okuma yazmayı ileri safhaya taşımış okur bile bir yazarın evreninde kolaylıkla kaybolabilir.

Dolayısıyla okurun, işini kolaylaştıracak mehazlara ihtiyacı vardır. Bunlar elbette ki yazarı soğukkanlı biçimde yorumlayan başka okurlara ait metinlerdir. Biyografiler, monografiler veya bu cinsten yapıtlardır. Edebiyatımızın ve düşünce hayatımızın başlıca noksanlarından biri de okurun okurla yaptığı sohbet olan bu cinsten metinlerin az oluşudur. 

LEAVE A RESPONSE

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir