Hece dergisi üzerine seneler evvel bir tanıdığım çok güzel bir laf etmişti: Sadece yazarları tarafından okunan dergi. Bilhassa özel sayıları bu lafın içini doldurmaya yeter. Sadece dergi yazarlarına satış yapsa maliyeti kurtarabilir. Bir de, özel sayıları gerçekten suç aleti olarak kullanılabilir. Kazara balkondan aşağı düşürseniz ve oradan geçen birisinin kafasına isabet etse, tek bir cildi ile mahpus damlarında çürümeniz olası. Gerçi, “dergiyi okuyan var mı?” diyenleri duyar gibiyim. Bence bu dergide yazan herkes sadece kendi yazısını okuyor. Biraz haksızlık edeceğim belki ama, bence editörler de sadece kendi yazılarını, yani kendileri yazmışlarsa sunuşu okuyor. Ve kesinlikle gelen hiçbir yazı reddedilmiyor. Keşke dergi ulakbim’de taransa. Akademik dünyamızın güzide temsilcileri paha biçilmez bir yayın organına kavuşmuş olurlardı.
Dergiye, akın yönüne göre sol kanattan fazlasıyla yüklendik. Sürekli kademeye adam kaçıran sağ bekleri hakkında, oyun düzenlerini de dikkate alarak ne gibi bir karar verirler? Kendi bilecekleri iş elbette. Ama mahallede şöyle bir kanaatin yaygın olduğunu da herkes kendine itiraf etmeli. Bir mecliste Hece dergisinin özel sayıları mevzu bahis edilmişse “Abi o ne Allah aşkına” tepkisini vermek neredeyse farz-ı kifaye kabilinden bir adettir. Yani birisi bu tepkiyi verir ve diğerlerini bu yükümlülükten kurtarır.
Mevzubahis dergi, geçtiğimiz aylarda İsmet Özel özel sayısını neşretmiş. Neşretmiş dediysem, siz bana bakmayın. Piyasaya bir çeyrek altın sürmüş desem yeridir. “Damadın amcasından geline bir adet Hece dergisi İsmet Özel sayısı” kabilinden. Etiket fiyatı 1000 lira olan bu derginin içerisinde okunacak ne kadar şey vardır, emin olmadan almanın verdiği ızdırabı bana sorabilirsiniz. Sırf o parayı vermemek için bazı yazarların dergide yazdıklarına eminim ama bunu ispat etmek güç tabii.
İki ciltten müteşekkil bu çeyrek altınımızın ilk cildi Özel’in şiirine odaklaşan metinlerden oluşuyor. İkinci cildi ise düşüncesine. Her ne kadar Doğu-Batı’nın Modern Türk Şiiri başlıklı sayıları ile, ecnebice ifade edersek knowledge’ımı geliştirmiş olsam da kendi kendime, “Sen şiirden anlamazsın zaten” deyip direkt düşünce cildine daldım. Geneli hakkında söylenecek çok şey var elbette ama itiraf etmeliyim, cildin tamamını okumadım. Bütün yazıları okudum diyen herhangi birisinin de yalan söylediğine kaniyim. Zira bu hacimde bir şeyi okumak insanî bir davranış olarak telakki edilemez.
Dikkatimi çeken başka yazılar üzerine de, güç-kuvvet bulabilirsem, yazmaya niyetliyim ama yazılardan birisi var ki, onunla başlamamak verdiğim paraya ihanet olur. “Epistemik Kopuş-Ontolojik Konum: Ayaklarını Kendi Yurduna Basan Politik Öznenin Adı” başlıklı makale, çok tuttuğu için ikincisi çekilen karıncaların filmi gibi, ikinci defa neşrediliyormuş. Birincisi Bisav Blog’da yayınlanmış. O kadar beğenilmiş demek ki makalenin yazarı ikincisinde yazısını geliştirmiş. Vaktim olsaydı serinin ilk filmini de izleyecektim ama dergiye verdiğim paranın karşılığını almam gerek.
Yazar İsmet Özel’in Türk kavramlaştırmasıyla bir muhasebe gerçekleştiriyor zehabına kapılabilirsiniz metne başladığınızda. Aldanmayın. Açık açık İsmet Özel’in pozisyonunu kendi koordinatlarını sağlamlaştırmak için aparatlaştırıyor. Yazının başlığı zaten “Selam dur” kabilinden. Ontolojik, epitemolojik gibi gastroenterolojik ve dahi onkolojik lafızları gördüğümde içime bir ürperti düşüyor. Yine ne gibi büyük büyük laflar edecek diye tedirgin oluyorum. Ve şimdiye kadar da hiç yanıldığımı görmedim.
Uzatmayayım, büyük bir keyifle alıntıladığı “ay-yıldızı Orta Asya’dan getirmedik”, “türk diye bir ırk yoktur”( bak bu da bir başka filmin ikinci versiyonu, karıncaların bu filmini de sevenler olmuş demek ki), “al Türkü vur turpa, yazık oldu turpa” gibi cümleleri anlama ve açıklama biçimlerine bakınca biraz dalga geçercesine yanımdaki arkadaşa “birazdan bu İttihatçılar var ya bu İttihatçılar” derse şaşırmayacağım dedim. Vallahi şakayla dedim. Birkaç satır sonra şu cümleyi kurduğunu görünce bir daha bu zevat hakkında şaka yapmamaya karar verdim: “Enver Paşa’nın bu uğurda ülkeyi yıkıma götürdüğü zamanlar çok geride kalmadı.”
Bu özgün tespitine varıncaya kadar da yazarımız, makalesine konu teşkil eden İsmet Özel’i unutmuş gibiydi. Uzunca bir süre dağ-tepe dolaşıp durdu. Fuad Köprülü’ye laf atmasının, Gelibolulu’nun Türk’ü aşağılamasına işveyle göz kırpmasının sebebi ise şuydu: İsmet Özel’in Türk dediği şey aslında Rumî imiş. Kendi cümleleriyle ifade edelim: “Özel’e geri dönersek (nihayet i.k.) onun Türkü kesinlikle “Rumi”dir, “Kafir”i ise Roma.”
Türk dememek için çeşit çeşit formüller uyduranlara rahmet okumanın zamanı gelmiştir dostlar. Bundan sonra Türkiye edebiyatı zırvasına gönlünü kaptıranlara laf etmemek icap eder. Rumi edebiyatı, Rumi düşüncesi. Etnik göndermesi de yok. Yazar da öyle diyor zaten, bu kelime bir üst kimlik olarak belirlenirse “Türk, Kürt, Rum, Ermeni ve farklı kimliklerde adlandırmasının anlamı tam olarak yerini bulacaktır” diyor. Yazar, Türkçülüğe, Türkçülüğe ve Türklere açtığı savaşta İsmet Özel’i de cepheye sürüyor. O’nun rızası hilafına, en azından rızası alınmadan hem de…
Üniversitedeki hocamız, Rum kelimesinin bir etnik kökene gönderme taşımadığını, “Roma İmparatorluğu’ndan arta kalanlar” anlamına geldiğini söylerdi. Üstadımız fair play’e uygun bulmaz diye onun da kabul edeceğini düşündüğüm Nişanyan sözlüğe baktım, “Roma (Bizans) ülkesi” sözcüğünden alıntıdır” diyor. Yani üniversitedeki hocamızın haklı olma ihtimali yüksek. Yani Rumî derken aslında Roma’dan bahsediyoruz. Bakın ne diyeceğim, bence herkesi kapsasın diye Roma’dan evveline de gidebiliriz. Şöyle bir vikipedia’dan baktım, Roma’dan önce bugünkü Türkiye’nin önemlice bir bölümünün üzerinde Ermeni Krallığı, ondan evvel de Ermeni Satraplığı varmış. Hitit ve Mitani ülkelerini boşverelim. Onlarda etnik gönderme var gibi. Biz direkt üstünde yaşadığımız coğrafyayı Ermenistan, üzerinde yaşayan insanların hepsini de Ermeni diye adlandıralım. Misak-ı Milli ve Milli Mücadele ile kalbini kırdığımız King-Crane Komisyonu’nunun da seneler sonra gönlünü almış oluruz. Yazarın da gönlünü etmiş oluruz. Bir taşla kuş katliamı. İla ahir.