“Yüceltilere” ve “Klişelere” Karşı Klişelerle Bezenmiş Bir Kavga Denemesi
Değişik kişiler “Kemal Tahir üzerine hala söylenecek bir şey kaldı mı?” sorusunu sorup kalmadığı kanaatine bakarak, kalmasına kalmadı ama deyip sadece “yüceltiye ve klişelere bakarak da olsa hesabı göreceklerini”, savunuların defterini düreceklerini sanıyorlar. Eksik kalanın sadece eleştirel mahiyette söylenenlerden kalkarak söyleyecekleri olduğu görülüyor. Yazılan metinlerin temel özelliği kabataslak böyle kotarılıyor. Ancak bu tarz özel sayılarda, dergilerin özel sayılarında herhangi bir yerli aydın üzerine genellikle güzelleme yazılır. Bu muhafazakâr çevrelerde de böyle, modernist çevrelerde de. Örnek olarak Birikim’in üç adet tekil aydın üzerine dergi sayılarına bakılabilir. Tabii sınırlı sayıda. Sırasıyla Tanpınar (397), Oğuz Atay (345-46) ve Kemal Tahir (416) üzerine. Oğuz Atay ve Kemal Tahir sayıları bütünüyle yazarlar, üzerine sayı çıkarılan yazarlar üzerine. Ancak Tanpınar sayısında yazıların hepsi Tanpınar üzerine değil. Tanpınar ve Oğuz Atay üzerine yazılan metinler neredeyse bütünüyle olumluluk arzediyorsa, Kemal Tahir üzerine sayıdaki yazılar da neredeyse bütünüyle Kemal Tahir eleştirisine yöneliyor. Tipik birörnek değerlendirme. Birikim’in olumsuz anlamda birörnek değerlendirmesini o ölçüde başka örneklerde görmek mümkün değil. Olumlu bakış tarzına gelince de neredeyse her özel sayıda birbirine benzer yazılar arzı endam ediyor. Neredeyse ulusal çapta böylesi bir benzeşme var. Olumlu olup olmamasına dikkat etmeye gerek olmadan fotoğraf aynileşiyor. Sadece Birikim açısından değil neredeyse hiçbir dergide bir sayının bütünüyle bir yazarı eleştirmek amacıyla kotarılması söz konusu değil. Bu durumun somut bir başka örneğini göstermenin neredeyse mümkün olmadığı görülüyor. Belki bir tek istisnası Stalinizm sayısı. Belki de bu farklılığı yeni kuşaktaki yaklaşım biçimi çerçevesinde düşünmek gerekiyor. İki yerde de bir koronun varlığından söz edilebilir.
Son dönemde Kemal Tahir üzerine yoğun metin yazıldığı ve yüceltici ifadeler kullanıldığı şeklinde kanaatin bir biçimde sorgulanması gerekiyor. Hakikaten Kemal Tahir üzerine metinlerin yazılması doğumunun 100. yılı ve Türk aydınları üzerine sempozyum yapma geleneği olan iki kurum, bir belediye ve bir dergi vesilesiyle olmuştur. Haliyle Kemal Tahir üzerine Türk Dili ve Edebiyatı ve Sosyoloji bölümlerinde bir zamanlar fazla olsa da giderek azalan sayıda lisansüstü çalışma yapılmaktadır. Kendisiyle ilgili eleştirel mahiyette metinler de 2013 yılından itibaren belli ölçüde kıpraşmakta ve fazlalaşmaktadır. Bu yüceltici mahiyette olduğu varsayılan metinlerden birinde, Zeytinburnu Belediyesi’nin yayınında benim hatırladığım kadarıyla eleştirellik dozu yüksek şekilde Kavga sayısındaki üç yazarın da eleştirel mahiyetteki yazıları vardır. Ayrıca 2013 yılına kadar Kemal Tahir üzerine metin yazmayan aydınların yazılarıyla karşılaşılmıştır. Bu durum giderek artan bir hal almıştır. Eleştirel mahiyetteki metinlerin de ağırlıklı olarak Kemal Tahir’in metinlerinin düşünsel boyutu üzerinde olduğu görülmektedir. Ayrıca yazılan metinlerin kahir ekseriyetinin Kemal Tahir’in kitapları dışında kaynakçalarının hemen tamamının 2000 yılı sonrası olması bunların büyük kısmının da 2010 yılından sonra kaleme alınması ilginç görünmektedir. Eleştirel mahiyetteki metinlerin geldiği odak da bellidir. 1980’li Yıllar kitabında düşünce hayatı, 1960-1980 yılları arası siyasi düşünce tarihi üzerine yazılan metinde üç isim anılarak dönemin edebi eleştirisini onların temsil ettiği belirtilmiştir. “Kadın yazarlara tahammül etmeme” durumuna işaret eden yazar ve onun bu noktada gösterdiği örneğe ilaveten bir de dönemin edebiyat eleştirmenlerinin yazdıklarına bakıldığı zaman onların Kemal Tahir üstüne metin yazmadıkları görülmektedir. Dolayısıyla Fethi Naci, Semih Gümüş ve Murat Belge gibi isimlere Hasan Bülent’i de ekleyerek onların Kemal Tahir metinleri üzerine derinlikli düşünce beyan etmediklerini söylemenin ötesinde onların Kemal Tahir’in metinlerinin sadece düşünsel yanına değindiklerini, onun metinlerinin edebi boyutunu ıskaladıklarını söylemek mümkün. Bu noktada en geniş biçimde Kemal Tahir’in metinlerinin hem edebi hem düşünsel yönüne en derinlikli şekilde nüfuz eden metinleri Tahir Alangu’nun yazdığının altını çizmek gerekmektedir. Bu aşamada ilginç olan nokta Kemal Tahir’in edebi ve düşünsel yönüne dair değişik doğrultuda yazanların hemen hepsinin Tahir Alangu’nun bu noktada yazdıklarını toptan ihmal ettikleri gerçeğidir. Söz konusu kavga sayısında da durumun hiç de farklı olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Dikkat edilirse daha önce de belirtildiği gibi bu tarz sayılar genellikle olumlu bir yaklaşım ürünü olarak görülür. Dolayısıyla derginin yüceltici ve klişe yaklaşımları değerlendireceği şeklindeki anlayış tuhaf görünüyor. Sayının kotarılma gerekçesi bir anlamda kısa takdim yazısından anlaşılıyor. Şu anlaşılıyor ki bu tarz aydınlar üzerine sayılar bir tür koro halinde telaffuzlarla sonuçlanıyor, şekilleniyor. Bunlar büyük ölçüde koro halinde düşünce ifadelendirilen metinler. Bu çerçevede Kemal Tahir gibi istisnai yazarlar dışında vasat yazarlar hakkında da söylenecek yeni ve değişik düşünceler olması lazım. Fakat böylesi bir mesaiye yönelinmiyor. Kemal Tahir üzerine metinlerde onun gibi düşüncesi şahsi damgasını taşıyan bir entelektüel için daha uzun yıllar yeni saptamaların yapılabileceği, yepyeni görüşlerin ortaya çıkacağı aşikâr görünüyor. Nitekim etnik sorun, feminizm ve din konusuna yaklaşımı açısından Kemal Tahir’in değerlendirilmek gereken görüşleri var. Zaten bu sayıdaki yazıların önemlice bir kısmı yazarların bunların biri örtük olacak tarzda bu noktalarda odaklanmaları nedeniyle oluşuyor ve değişik eleştiriler gündeme geliyor. Belki de öyle kotarılıyor sayı. Bunu yazılan metinlerden örtük olarak fark etmek mümkün. Ancak bu yazılar da durduğu yer konusunda fazlasıyla güvenilir yazarlara ihale edilemiyor.
Bir de iç içe geçmiş düşüncelerin, iç içe geçmiş bir çalışma tarzının değişik metinlerde düzeltilmesi neredeyse imkanı olmayan bir durum. Dergideki metinlerde, yazılarda Kemal Tahir’in zaman içinde farklı düşünceleri telaffuz ettiğinin belirtilmesi nedeniyle bunların bir kısmının doğru olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Onun gene yanılmışız deyişini ciddiyetle dikkate almak gerekiyor. İşte bu anlamda onun genel yaklaşım dinamiğini hesaba katmak gerekiyor. Kemal Tahir’in düşüncelerini bir bütün halinde nitelemek gibi bir endişe de söz konusu değil. Bu nedenle de belli konular üzerinde odaklanan bir eleştirel çaba gündeme girmiş. Belki de değerlendirme tarzı öncelikler sırasına göre yerleştirilmiş görünüyor. Yaşanılan dönemin belli bir düşünsel odağının mantalitesi tarafından. Ama gene de bütünlükten uzak görünüyor.
Bir örnek olarak etnik sorun öne çıkarılmış ve iki yazı da bu çerçevede formüle edilmişe benziyor. Etnik konulara bakış tarzı itibariyle gerçekleştirdiği bazı saptamalar tartışılsa da Fuat Dündar’ın bir genellemesi gerçekçi görünüyor: “Türk edebiyat tarihinin ‘Milli Edebiyat’ dönemi, azınlık ve yabancı düşmanlığının doruğa tırmandığı bir dönemdir’. Bu dönem, özellikle 60’lı yıllarda, Tahir, farklı bir tarz tutturan nadir yazarlardan biri olarak öne çıkar. Üstelik, Ermeni kırımı gibi, Türk toplumu ve siyasetinin en hassas tarihi olayına yer veren ve bunun yolunu açan kişidir.”[1] Fuat Dündar’ın Milli Edebiyat konusundaki abartılı nitelemesinin dışındaki kısmi doğru, gerçekçi yorumu dışında insanın aklına Kemal Tahir’in yanında bir başka romancı ekleme konusunda, sayabilme konusunda rahat olduğu söylenemez. Bu durumun yanında bir başka yazarın Fuat Dündar’ın bu tarz değerlendirme yapması konusunda rahatsız olduğu görülmektedir: “Kemal Tahir’in Ermeni sorunu konusunda aydınlatıcı olduğundan, burada Kurt Kanunu’na başka bir açıdan bakmayı deneyeceğim.”[2] diyor. Tabii o cümlenin hemen arkasında da “Batı düşmanlığı” kelimeleri yer almaktadır. Bu aşamaya gelmeden önce Fuat Dündar’ın söylediklerinin genel çerçevesini anlamlandırmak açısından bir iki noktaya daha değinmek gerekmektedir. Bu değiniler yukarıda yapılan genellemedeki tutumu daha da muhkemleştirecek olan kısmıdır: “Belge’nin de belirttiği gibi ‘Kemal Tahir’de çeşitli etnik önyargılar görmek mümkündür, ama bilinçli ve sistemle bir zenofobi yoktur. Ermenilere ise özellikle sempati duyar”[3] Kemal Tahir’in de benzeri sınırlılıklar taşıyan yaklaşım şeklini şu şekilde ifadelendirir: “Osmanlı-Türk romanının yok saydığı, hatta tersini iddia ettiği Ermeni katiamına da Tahir çekinmeden değinir. Ancak burada da mutlak mağduriyet betimlemez. Resmi tarih yazımının iddialarına da bir başka bölüm ya da diyalogda yer verir. Katliamı Kürtlerin yapması, büyük güçlerin maşası olmaları, arkadan vurma ve Müslümanları katletme planları (bir anlamda Ziya Gökalp’in ileri sürdüğü karşılıklı katliam) gibi noktalar…”[4] Sonuç olarak kendi açısından daha iyimser mahiyette bir yorum yapar. Genel anlamda Ermeni Soykırımı savunusu olarak nitelenebilecek yorumu, Kemal Tahir’in yorumu ile örtüşmemektedir. Ana hatlarıyla Kemal Tahir daha geniş bir çerçevede yorum yapmakta, Dündar’ın metnindeki genelleştirici mahiyetteki yorumla örtüşmemektedir. Bir anlamda genelde Türk romanının bu noktadaki gelişim dinamiği üzerinde durmakta, Kemal Tahir romanını da bu çerçevede bir yere yerleştirmektedir. Kemal Tahir romanının istisnai niteliğini de solculuğuna, toplumcu-gerçekçi niteliğine vermekte tabiri caizse örtük olarak söz konusu dönemde başka bir toplumcu-gerçekçi romancı olmadığını belirtmektedir. Bunun yanında istisna olduğunu söylemekle bir başka örneğe de yönelmemektedir. Fırat Dündar’ın yazdıkları kimi yukarıdaki ifadelerden de anlaşılabileceği gibi Murat Belge’nin yıllar önce yazdıklarıyla önemli paralellikler taşır.
Nitekim Sırrı Süreyya Önder’in yazısı da Kürtler konusundaki değerlendirmesine, Kemal Tahir’in değerlendirmesine eleştirel bakış içerir. Milli Mücadele sırasına ve öncesi döneme dair tahlillerini kısmi bir olumlu yaklaşım çerçevesinde değerlendirir: “ Kemal Tahir’in genel tarih anlayışı içinde Kürtler, Osmanlıyla birlikte Müslüman bir halktır ve olumludurlar. Kemal Tahir, bazen Kürtleri kollar: Haçlı-Batılı soygunculara, daha doğrusu insan düşmanlarına karşı çıkanlar Türklerle bir miktar Kürtlerdir.”[5] Yeni dönem söz konusu olduğu zaman adeta saymaca düzeyinde Kürt isyanlarına gönderme yaptıktan sonra da gündelik hayat içinde Dündar’la benzer romanlara bakarak Kürtleri aşağıladığını belirtir. “Tanımlamaların tümünün aşağılama olduğunu belirtmeye gerek yok.”[6] Aslında farklı bir yaklaşımın, coğrafyanın incelenmesi söz konusudur. Sonraki dönemde Kürtler genellikle, çoğunlukla, yoğunlukla Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesinde odaklanırken Önder’in deyişiyle “Kemal Tahir İç Anadolu Bölgesinden ilginç Kürt tipleri çizer.”[7] Aslında yaklaşım tarzı itibariyle böylesi bir tercih İç Anadolu’nun folklorik zenginliğinin açımlanması olarak da yorumlanabilir. Bununla birlikte tavır almak şeklinde bir değerlendirme yapmak yerine, Kürtlere bakış tarzı olarak nitelenmesi yerine pekala ortamı tasvir etmek olarak da anlaşılabilir. Belki de Önder’in yaklaşım tarzı bir nitelemesinden ve Kemal Tahir hakkındaki bir nitelemeden aktarılarak gerçekleştirilmektedir: “Kemal Tahir’in karamsar ve sevgisiz tipler yaratmasının altında ‘köle’ bir anne ve sürülmüş bir baba imgesinin yattığını söylemek pek zor olmasa gerek.”[8] Böylesi bir niteleme vaktiyle Fethi Naci’nin Kemal Tahir’in bir romanı hakkında kaleme aldığı “Kimse Kimseyi Sevmiyordu” yazısının iyice genelleştirilmesine “Kemal Tahir hiç kimseyi sevmiyordu” gibi bir genellemeye dönüştürülmesine yol açmaktadır. Genelde bu noktadaki yaklaşımlarını bir noktada odaklandırmaktadır. Türkleri de sevmemektedir mi? Genelde azınlıklara yönelik olarak tepkisini neye bağladıklarında da durum bir noktada sabitleşmektedir.
İşte Özkul “Batı ülkeleri” tabiri kullanıldığı zaman yazar soğukkanlılığını kaybetmekte, her bir şeyi, dış güçlerin, batılı ülkelerin Ermeniler konusundaki etkisini hepten hikaye olarak nitelemektedir. Sırrı Süreyya Önder ve Fuat Dündar belirgin olarak sakin bir şekilde Ermeni Kırımı olarak nitelediği husus konusunda Kemal Tahir’in Almanyayı müsebbip olarak gösterdiğini ifade etmektedir. (s.14 ve s.24) Dış ülkelerin bu konularda hiçbir dahlinin olmadığı şeklindeki bir kanaat son dönemlerde fazlasıyla yaygındır. Bir elli sene önce Türkiye’de sorunlar özellikle sol cenahta emperyalizmin şekillendirdiği bir süreç olarak anlaşılmaktaydı. Bir de azınlıklara bakıldığı zaman azınlıklar Türk iktisat ve siyaset bilimi literatüründe 1960’lar ve öncesinde emperyalist odakların işbirlikçisi olarak nitelenirdi. Kompradör tabiri o dönemlerde yaygındı ve genellikle azınlıklar kastedilerek kullanılırdı. Bu tarz konularda meseleler, Türkiye’de 1990’lı yılların sonlarında farklı bir tarzda gündeme gelmeye başladı. Ve bittabi ondan sonra Varlık Vergisi ve 6/7 Eylül olayları Tük sosyal bilim literatürünün en başat konusu oldu. Son dönem liberal sol düşünce hemen hemen emperyalizmi pirü pak göstermek hevesinde oldu. Böylesi bir anlayış da yaygınlaştı. Ve Türkiye’ye yönelik her dış etki telaffuzu paranoya olarak nitelenir oldu.
Murat Belge’nin “Hatasıyla sevabıyla Kemal Tahir” başlıklı yazısında daha önceki dönemde – ki bunlar arasına 1970’li yılların sonlarından 2013 yılı dahil yazdıkları girer – daha bir olumlu görünümlü tutum vardır. 2023’te yazdığı makalede milliyetçilik kavramını kullandığı bağlam düşünülürse daha bir eleştirel tutum takındığı görülür. Bu noktada bir alıntı açıklayıcı olabilir: “Kitabı okuyunca derin bir hayal kırıklığına uğramıştım. Ruhen düpedüz milliyetçi bir romandı bu. Oldukça ‘marazi bir Batı düşmanlığı her yere sinmişti.’”[9] Burada ifadesini bulan düşünce önceki dönemlerde de söz konusu olsa orada Kemal Tahir’i olsa olsa sosyal demokrat olarak nitelemesi söz konusu olamazdı. Nitekim Türk Romanında Ermeniler başlıklı kitapta da benzeri farklılıklar içeren kısımlar vardır. Yabancı düşmanı olarak nitelemesi bu noktada düşüncelerinde fark olmadığı anlamına gelmez. İşte marazi batı düşmanlığı Kurt Kanunu üzerine yazan yazarla frekans uyumu olduğunu da net bir şekilde gösterir. Onun, Belge’nin İngiltere’nin Milli Mücadele sırasında ikili tavrı, iki ayrı partinin farklı yaklaşımı konusundaki nitelemesi (s.9) on yıllar önce İdris Küçükömer’in gerçekleştirdiği tahilinin somut alanda bir izdüşümü olarak görülebilir. Bu makalede azınlık sorunları işlenmemekte, daha doğrusu azınlıklar üzerinde durulmamaktadır. Bu metinde ayrıca Bozkırdaki Çekirdek üzerine yazılan metinde olduğu gibi Kemal Tahir’in Alangu’nun anlatımından, bir köy enstitüsündeki deneyiminden kalkarak anlattıklarından, bu romanı kotardığına dair tevatürü esas alarak niteleme yapılmaktadır. (s.10 ve s.71) Ancak romanın tahlili Belge’nin metninde daha gelişkin bir düzlemde seyretse de Türkiye’de daha sonraki dönemde Kemal Tahir’in yaklaşımına benzeşen yorumlara, Enstitüler konusundaki sol içi yorumlara hiç yönelmeden kaldığı yerde durmaktadır. İki metin için de aynı şey söylenebilir. Ayrıca Kemal Tahir’in 1960’lı yıllarda “yoğun tarih okumalarından” bahsetse ve düşüncelerinin aynı yıllarda değişmeye başladığını söylese de kendisinde beliren 1980’li, 1990’lı yıllardaki değişimden söz etmemektedir. Bundan söz etmemesinin önemi sözü edilen değişimin topluma bakışını bariz bir biçimde değiştirmesidir. Zaten Kemal Tahir’in resmi ideolojiye yaklaşımının değişimine şöyle ucundan kıyısından söz etse de bunu hiçbir biçimde bütünsel anlamda değerlendirmemektedir. Zaten son dönemde Kemal Tahir’i eleştirenlerin resmi ideoloji eleştirisini post post Kemalizm lafzıyla kısmen eleştirmelerinin bir nedeni olmalıdır. Nitekim sol liberallerin Kemalizm eleştirileri iç içe geçmiş bir şekilde milliyetçilik anlayışlarının farklılaşmasıyla daha, çok daha görünür bir hal almıştır. Ancak milliyetçiliğin temel kriter olarak alınmasına karşın belli çevrelerde özellikle Rumlarda, Ermenilerde ve Kürtlerde milliyetçilik düşüncesinin hiç zuhur etmediğini, etse de dozajında seyrettiğini örtük olarak ifadelendirmişlerdir.
Belki de en daraltılmış eleştiri bir sosyoloğun Kemal Tahir’den kalkarak değil Baykan Sezer’in Kemal Tahir yorumundan belki de daha doğru ifadeyle Baykan Sezer sonrası aydınların Baykan Sezer’den kalkarak Kemal Tahir yorumu yapma deneyimlerini Kemal Tahir düşüncesinin geldiği nihai merhale olarak görmesinde somutlaşmaktadır. Böylesi bir saptamayı sosyolojinin içine hapsolmuş bir sosyoloğun yapması anlaşılabilir bir durumdur. Bunun işaretlerini yazıda somut olarak fark etmek mümkündür. Belki de daha doğrusu Gültekin bu düşünceyi aşikâr bir tarzda ifadelendirmektedir: “Onun en önemli takipçilerinden birisi olan ve Kemal Tahir hayattayken de konuştuğu, tartıştığı Baykan Sezer’in Doğu-Batı çözümlemelerinin de eklemlendiği bir tür paradigmanın inşa edildiğini görüyoruz.”[10] Böylesi bir Kemal Tahir metnine eklemlenme ve onu geliştirme eğilimi belirgin bir şekilde daha da farklı bir biçim alma noktasına evrilmiş gibidir. Bunun tespitini Gültekin’in satırlarında görmek mümkündür: “Söz konusu paradigmanın, Kemal Tahir’in romanları ve Notlar’ına dayansa da asıl formunu Baykan Sezer’in okumalarından ve Sezer’in sosyolojik tahayyülünü ve yöntemini takip eden yazarlar tarafından yeniden ele alındığını görüyoruz.”[11] Burada ifade edilen düşünceler çerçevesinde Kemal Tahir’in yaklaşımının Baykan Sezer’ce katkı yapılmış biçimi ve hatta ondan öte Baykan Sezer’in düşüncelerinin daha sonra yorumlanış tarzı bir tür Kemal Tahir düşüncesinin daha sonraki döneme damga vurmuş biçimi olarak kabullenilmekte ve Baykan Sezer’in katkısının daha geliştirilmiş biçimi için ise iki üç örnek verilmektedir. Yapılan alıntılardan Kemal Tahir’in düşüncesine katkının hangi noktalarda olduğu gösterilmediği gibi Doğu/Batı çatışması tezinin Kemal Tahir metinlerinde olup olmadığı araştırılmamakta ve alıntılarda anılan düşüncelerin Kemal Tahir’de bulunup bulunmadığı, ondan ne ölçüde ayrıştığı da tartışılmamaktadır. Hele neredeyse ülke çapında Baykan Sezer’den etkilendiği söylenen sosyologların hemen hepsinin Kemal Tahir ‘in düşüncelerinin Baykan Sezer’in prizmasından geçirilerek anlaşıldığı, anlamlaştırıldığı ifade edilmektedir. Ki böyle bir yorumun yani Kemal Tahir’in metinlerinin öyle bir prizmadan geçerek anlaşılabileceğini söyleyen Gültekin’in kanıtları alıntılarına göre iki bilemedin üç sosyoloğun yazdıklarıdır. Geri kalanlar doğru olanı yapıp Kemal Tahir’den kaynaklanarak değerlendirmeler yapmaktadır. Bu durum sadece Gültekin’in temel kaynak olarak kullandığı kitapta değil Sosyolocya dergisinin bir sayısında da (Ocak-Haziran 2023) görülür. Bu sayıda da sadece bir yazarın metinlerinde böylesi bir yorumu doğrulayacak dayanak vardır. Bir de Baykan Sezer’in prizmasından geçerek Kemal Tahir yorumuna dayanak olarak kullandığı sosyologların Kemal Tahir’e dair metin yazmaları 2003 yılından itibaren başlamıştır. İstanbul Sosyoloji’nin hocalarının Baykan Sezer, bir de Cahit Tanyol dışında olanlarının Kemal Tahir ilgisi 2003 yılı ve sonrasındadır. Baykan Sezer’in Kemal Tahir üzerine metinleri de olağanüstü sınırlıdır. Meseleyi Ak Partiyle bağlantılı bir şekilde niteleme eğilimi sosyologların çıkardığı Sosyolocya dergisine bakıldığında, orada kapaktan Gezi Direnişi’nin Teksim Komünü olarak nitelendiğini görülürse Gültekin’in bir tarz Ak Parti yandaşlığı olarak nitelemesi konusunu sorgulaması ve üzerinde ciddi olarak düşünmesi gerekmektedir. Kaldı ki demin gönderme yapılan sayıda gene üç metinde mevcut iktidara yönelik eleştiri çok yoğundur. Gültekin temelde 100. yıl dolayısıyla çıkan kitaba yaslanarak değerlendirme yaparsa da gönderme yaptığı metinlerin önemlice bir kesiminin 2002 yılından önce yayımlandığını da görür. Dolayısıyla da Ak Parti zuhur etmeden Ak Parti yandaşlığı yapıldığı nitelemesi ortaya çıkar. Gültekin’in mantalitesini sağlam temeller üzerine oturtması düşünülürse kendisine naçizane yapılabilecek bir başka tavsiye 2002-2013 yılları arasında Birikim ve Toplum Bilim dergisi üzerinde odaklanması suretiyle Ak Partiye nasıl bakıldığını araştırmasıdır. Malum Gültekin’in meraki Ak Parti fikriyatıyla yakınlık üzerinde odaklandığına göre bu mesele ciddiyetle incelenmelidir. Böylesi bir inceleme Tanıl Bora ve Barış Özkul’un yaklaşım tarzları ve konumlanmaları açısından da açıklayıcı olur.
Notlar’ın sistematik olmamasında haklı olan yazar Kemal Tahir’in yazdıklarının ‘Tahiriler’ tarafından kurgu değil yanlış bir biçimde gerçek olarak anlaşılması konusunda eleştiri getirirken, kendi yazdıklarının kısmen belirgin bir ölçüde işin edebi boyutuyla ilgili olduğunu söylemesini kabullenmek mümkün. Ancak derginin, kendi yazdığı derginin yazarlarının bir iki istisnası dışında alayının Kemal Tahir’in edebi metinlerinin edebi nitelikleri konusunda tek satır yazmadıkları görülür. Bir yazara gönderme yaparak Kemal Tahir üzerine olumlu ve olumsuz anlamda söylenenlerin sürekli olarak tekrarlandığının ifade edilmesi karşısında böyle bir derginin yayımlanmasının kendi yazısı da dahil olarak gereksizliğine işaret yapılmaktadır sanki. Ancak biraz dikkat edildiği taktirde böylesi bir durumun fazla sayıda yazar için belirgin ölçüde gerçeklik taşıdığını söylemek daha doğru görünmektedir. Kendi yazdıklarına bakıldığı zaman da özellikle devlet üzerine yazdıkları itibariyle bayağı eski dönemlerde kotarılan yazılarla fazlasıyla benzerlik taşıdığını söylemek gerekecektir. Devlet ve üretim biçimi konusunda belirttikleri bariz bir şekilde 1960’lı yılların başındaki yaklaşımların basit bir tekrarı mahiyetindedir.
Meseleye daha genel bir perspektiften bakıldığında Baykan Sezer’in Doğu/Batı konusunda olduğu gibi Osmanlı konusunda yaklaşımı da Türkiye gerçeğine teğet geçmektedir. Meselenin sosyolojik boyutu somutlaştırılmadan bariz bir biçimde öne çıkarılırken tarihsel boyutu ıskalanmaktadır. Kemal Tahir eleştirilerinin, erken dönem eleştirilerinin kahir ekseriyeti de tarih meselesini bir kenara itmektedir. Çünkü tarih önemli ölçüde eski dönem sol düşüncesinin içinde yoktur. Zaten belki de ATÜT tartışması bile Türk sol düşüncesini tarihe yöneltmemiş tarihe yönelme 1980’li yılların ortalarından itibaren gerçekleşmiş ve mikro alanlarla sınırlanmıştır. Nitekim Kemal Tahir’i etnik meselelere yönelten hususlardan biri somutla bağlantısı kopmayan tarih ilgisi olmuştur.
Kadın meselesi Kemal Tahir eleştirisinin en öne çıkan hususlarından biri olarak kendisini göstermektedir. Aslında Kemal Tahir zaman içinde kadın konusuna yaklaşım tarzı bakımından değişik şekilde eleştirilir. Bu noktada eleştirinin dozajı da bir on yıl öncesinde daha şedit bir hal almıştır. Nitekim kadın eksenli metni yazan Çimen Günay Erkol da yirmi yılı geçkin bir zaman önce yazdığı Suat Derviş metninde özellikle onun Fosforlu Cevriye kitabı üzerine kendi yazdıklarına baksa kesinlikle durumu “erkek egemen ideolojinin etkisinde kalmışım” şeklinde değerlendirir gibi görünmektedir. Bunun işaretini “sosyal bilimci” bir perspektif oluşmasa da Orhan Kemal eksenli bir şekilde beliren tartışmasında görmek mümkündür. Yazarın ifadesiyle “Orhan Kemal’in frengili tipleri anlattığı için karanlık bularak eleştirdiği Köyün Kanburu’nda, Yediçınar serisinin romanlarında veya asker karakterleri odağa alan Yorgun Savaşçı, Kurt Kanunu gibi romanlarda, Anadolu ‘şuuru’ tartışmasının cinsiyetlendirilmiş bir yorumunu buluruz.”[12] Böylesi bir değerlendirme ekseninde Orhan Kemal ve diğer yazarların yazdıkları değerlendirildiğinde cinsiyetleştirilmiş bir mikro yorumla karşılaşılmayacağının mı umudu gündemdedir? Benzeri genellemelerin başka yazarlar açısından da söz konusu olabileceği ve bunun da makro tarzda bir yorum olarak kendisini gösterebileceği açıktır. Böylesi bir durumun hayatında yazdığı mektuplara yönelerek sorgulanması bambaşka bir durum olup değişik yazarlara, insanlara uyarlanması, onların yaklaşımları çerçevesinde sorgulanması sonrasında ortaya hakikaten farklı bir durum mu çıkacağı sanılmaktadır? Hatta böylesi bir karşılaştırmanın Fakir Baykurt ve Mahmut Makal gibi köy romancılarının romanlarıyla gerçekleştirilmesi ne tür bir durumla karşılaşılacağı anlamında önemsenmelidir. Onun döneminin en modernist yazarlarıyla karşılaştırılması da farklı bir sonuç vermez. Bu tarz bir niteleme kendisini bariz bir şekilde göstermektedir. Ancak cinsiyet meselesi ile ilgi anlamında Kemal Tahir’in çağdaşlarından farklı bir yerde durduğu aşikâr görünmektedir. Hakikaten bu noktada anlamlı bir tartışma yapacaksa bir kişinin kendisini örneğin Yücel Kayıran’ın Gülten Akın şiirini değerlendirirken onun kadın kimliğinden kalkarak yaptığı değerlendirmeye benzer bir şekilde bir tahlil denemesinde bulunması daha anlamlı olur.[13] Kemal Tahir’in hakikaten kendi çağdaşı yazarlardan ki bunlar arasında kadın yazarlar da bulunmaktadır farklı bir yaklaşımı vardır. Onun dışında yazarın ıskaladığı diğer yazarların meseleye çok daha net bir biçimde ahlakçı olarak yaklaştığı aşikâr görünmektedir. Özellikle köy romanları ekseninde cinsiyet meselesine temelde farklı yaklaşımı Kemal Tahir romanının ıskalanmış mahiyetini fazlasıyla ortaya çıkarabilir. Kemal Tahir’i şöyle etnik mesele ve toplumsal cinsiyete yaklaşım konusunda çağdaşı romancıların görüşleriyle karşılaştırmak eyleminin ıskalanmasının nedeni o kadar aşikârdır ki.
Türkiye’de kim ittihatçı olmaktan nasibini almadı ki Kemal Tahir almasın. Ancak Kemal Tahir’in bazı konulardaki yaklaşımının zaman içinde değişimi de söz konusu. İttihatçılık Türkiye’de her düşünsel odağın içinde mündemiç bulunup Kemal Tahir de genel anlamda eleştirel bir konum içinde olduğundan değerlendirilmesi problemli oluyor. Zaten devlet yorumu ve Kemal Tahir’in kerim devlet kavramını kullanması da bir başka durumdan kaynaklanıyor. Sultan Hamid yorumu da ister istemez İttihatçılık yorumuyla ilintili görünüyor. Devlet yorumuna bakıldığında onun bu yorumunun Niyazi Berkes’in doğu türü devlet batı türü devlet yorumuyla kimi yakınlıkları olduğu görülebilir. Bu yakınlığı ilk fark edenlerden biri İsmet Bozdağ. Kemal Tahir kerim devletten söz ederken Niyazi Berkes despotik devletten söz ediyor. Berkes ayrıca Batıda sınıflar devleti belirlerken Türkiye’de devletin sınıfları belirlediğini söylüyor. Niyazi Berkes’in ve Kemal Tahir’in bu noktada temel farkları Osmanlı hakkında bilgilenmelerinin çok daha fazla olması. Diğer yazarların bu noktada düşünce ifade etmelerinin nedeni Osmanlı ve Türk toplum yapısının özgünlüğü konusundaki düşüncelerle hesaplaşmak nedeniyle oluyor. Tabii bu noktada Niyazi Berkes ve Kemal Tahir’in düşüncelerinin tartışılması, onların kapsamlı ve derinlikli yaklaşımlarıyla hesaplaşmak daha zor olduğu için örneğin Cahit Tanyol gibi yazarların, akademisyenlerin düşüncelerine karşı çıkmak şeklinde tezahür ediyor. Bu noktada Behice Boran’ın düşüncelerinin yaslanılacak temel dayanak olarak görülmesi de galiba bu yüzden. Behice Boran’ın yaklaşımı kökleşmiş bir yaklaşım olarak etkileyici olmuştur. Bir noktada yarı doğru bir değerlendirme bulunmaktadır. Bu yarı doğru değerlendirme şöyle ifade edilmiştir: “Ülkücü-milliyetçi olmayan sağ Osmanlı İmparatorluğu’na sadece ve esasen İslâmi mahiyeti itibariyle sahip çıkma hevesindedir. Dolayısıyla Kemal Tahir’e mukaddesatçı ve İslamcı sağda ülkücü-milliyetçi çevrelerden gördüğü oranda alaka ve saygı gösterilmemiştir.”[14] Aslında Kemal Tahir’in değişik metinlerinin islami ve milliyetçi çevrelerde ne oranda önemsenip benimsendiği daha önceden yazılmış metinlerde belirtilmiştir. Kaldı ki Kemal Tahir’in romanları yazdığı dönemde bu iki siyasal odak arasında mesafe bir süre sonraki dönemdeki kadar da fazla değildir. Aynı yazıda aynı zamanda Kemal Tahir’in köy romanlarının sağda Rahmet Yolları Kesti ve Bozkırdaki Çekirdek dışında dikkat çekmediği ve bu romandaki cinselliğe ve kurnazlığa dair mevzulardan söz edilmediği belirtilir. Ve köy enstitüleri konusunda Kemal Tahir’in kuruluş biçimine karşı olduğuna dair nitelemesi Tanıl Bora’nın “köylülüğün kötücülüğü” konusundaki aktardıkları ile çakışsa da böylesi bir niteleme on yıllar önce Selim İleri’nin Kemal Tahir’in önemli olarak nitelediği vurgusuyla, açıklamasıyla örtüşmektedir. Aynı yazıda ATÜT konusuna yaklaşım biçiminin sağ düşünce tarafından olumlu görülmeyeceği şeklinde bir saptama da bulunmaktadır. Daha genel anlamda Kemal Tahir romanlarının genelde sağda olumlu bulunmasının nedenlerinden biri de islami sağda romanın olağanüstü sınırlı olması ve milliyetçi sağda da meselenin siyasal, kültürel ve özellikle düşünsel boyutunun romana fazla yansımamasındandır. Roman alanının fazlasıyla boş olarak görülmesi genel anlamda sağın Kemal Tahir romanlarına olumlu, kısmen olumlu olarak yaklaşmasının alt yapısını oluşturmaktadır. Toprak reformu konusuna yaklaşımı da dahil olmak üzere, Aşçı’nın yazısının bu konudaki yorumu da dahil olmak üzere Kemal Tahir’in Ak Parti’nin yaklaşımıyla uyumluluğu konusunda dergideki yazılarda birçok yazar tarafından ifade edilen düşüncelere cevap mahiyetinde olduğunu söylemek gerekmektedir. Aynı metinde dillendirilen kerim devlet anlayışına Kemal Tahir’in bazı düşüncelerinden kalkarak eleştirel bakmanın mümkün olduğunu söylemesi de ilginç ve kısmen doğru bir niteleme olarak görülebilir.
Meselenin anlaşılması açısından birbirini doğrulayan iki tespit önem arzetmektedir. Bu hususlardan biri toplumun “nevi şahsına münhasır” olmasına dairdir: “Bununla birlikte kitap (Devlet Ana kastediliyor) Kemal Tahir’in Osmanlı ve Türkiye’yi Marksizmin geleneksel çatışmacı yaklaşımlarının dışında, daha nev-i şahsına münhasır bir yapı olarak görme eğilimlerinin sonucunda, siyasi söylem bakımından kötü şekillendirilmiş imkansız bir ütopya gibidir.”[15] Böylesi bir değerlendirmeyi biraz daha ileri götürecek tarzda soru çözümlenmeye çalışır: “Osmanlı’nın kerameti kendinden menkul-babacanlığı bükülmüş- partimonyalizmini, klasik çağın beka politikalarını, ‘devlet aklı’nı yüceltir; tarih boyunca Anadolu halkları arasında ekilmiş olduğuna inandığı ‘milliyetçilik’ tohumlarına dayanarak Sunni -İslamla Türk milliyetçiliğinin yerlici bir sosyal adalet diskuruyla harmanlanmasını önerir.”[16] Bir anlamda yerlici vurgusu ve özgünlük nitelemesiyle birbirine yakınlaştıran niteleme korporatizm- ki yazıların birinde sehven de olsa kooperativizm olarak anılsa da – faşizme yapılan göndermeyle birbirini çağrıştırmaktadır. İlkinde Avcıoğlu’nun yaklaşımına yakınlaştırma denemesi ikincisinde Yalçın Küçük’ün “neofaşist” ideolojisiyle paralellik kurularak anlatılmaya çalışılmaktadır. Bu noktada altı çizilmesi gereken hususlardan biri Kemal Tahir’in bazı konular hakkındaki yaklaşımlarının neredeyse bile isteye atlanmış olmasıdır. Son dönem metinlerinde özellikle üzerinde en fazla durulan konuların Kemal Tahir metinlerinde incelemelerinin ıskalanmış olmasıdır. Bunların başlarında din, Kemalizm , toplumsal cinsiyet konuları gelmektedir. Belki de bu konuların ilk ikisine yaklaşım tarzı olarak eleştiri yapanların Kemal Tahir’i eleştirdikleri noktaya daha yakın olmaları söz konusudur. Daha ilginç olan husus da toplumsal cinsiyet ve din konusuna islami muhafazakârların da Kemal Tahir’i tartışırken değinmemeleridir. Gene benzer bir şekilde Kemalizm meselesine bakış tarzı itibariyle belli bir dönemde sol liberallerle islami muhafazakârlar benzer şekilde, en azından bir dönemler yakın bir şekilde düşünmektedirler. Bu noktada islami muhafazakârlar Kemal Tahir’in Kemalizm konusuna yaklaşımı açısından olumlu tutum takınırken sol liberaller bu noktada örtük ifadeler kullanmakta ya da suskun davranmayı tercih etmektedirler. Bu noktada belki de en aşikâr nitelemeyi yapan Barış Özkul’dur:“Türk edebiyatında resmi ideoloji eleştirisine öncülük etmiş yazarlardan olan Kemal Tahir’in romanlarında…”[17] diye başlayan cümle belki de ikaz edilmediği için bu noktada sol liberallere de öncülük ettiğinin bir sol liberal tarafından belirtilmesinin ilk örneğidir. Tabii bu meseleyi yanlış temellendirdiği, bu düşünceyi yanlış temellendirdiği şeklinde bir kanaat da ifade edilmektedir. Ve Özkul’un yazısında Kemal Tahir’in ittihatçılık konusundaki yaklaşımı dergideki diğer yazarlardan farklı bir şekilde formüle edilmekte ve Kemal Tahir’in yaklaşımının bir ittihatçılık eleştirisi olarak anlaşılması gerektiğine işaret edilmektedir.
Dergideki Bozkırdaki Çekirdek romanı üzerine makale islami muhafazakârların yaklaşımlarının ne kadar Kemal Tahir’den, onun yaklaşımından uzak olduğunu somutlaştırdığı, kısmen somutlaştırdığı kadar sonraki dönemde solda boy veren Köy Enstitüsü eleştirisiyle, ki bunlardan biri de İletişim yayınlarından çıkan Orada Bir Köy Var Uzakta kitabından da kalkarak somutlaştırılabileceği gibi yaygın bir eğilim olarak benimsendiğinin göstergesidir. Ancak yazı Kemal Tahir kaynaklı bir etkilemenin de üstünü örtme çabası olarak şekillenmiş görünmektedir. Hem kitapta hem de söz konusu makaleyle sorun zaman içinde köy ve köylülük gibi konularda, toprak reformunun gerekliliği meselesinde Kemal Tahir’in yaklaşımlarının da zaman içinde solda genel kabul gördüğünün üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Bozkırdaki Çekirdek üzerine yazı Kemal Tahir’in Osmanlı toplumunun özgünlüğü ve reayanın hür olduğu konusundaki yargısının, daha anlamlı olarak genel yargısının neredeyse söz konusu kitaptaki yaklaşıma yedirildiğini gösterecek mahiyettedir. Ayrıca “Türkiye gerçekliğini ağaların, şeyhlerin ülkücü öğretmenlerden daha doğru bir şekilde tahlil ettikleri” savına eleştiri getirirken “Anadolu insanının gerçekten ne kadar hür olduğunu, biz aydınlardan çok onun içinde yetişmiş ağalar bilir” ibaresinin, kendi alıntıladığı cümlenin sözü edilen eleştiriyi çürüttüğü de açığı çıkmaktadır. Yazı, Bozkırdaki Çekirdek üzerine yazı antikomünizme bakış tarzı itibariyle Kemal Tahir’in islami muhafazakâr ve milliyetçi çevrelerden ne kadar farklı durduğuna da gönderme yapmaktadır. Ha keza Kemal Tahir’in sosyalist dünyaya bakış tarzı itibariyle Türkiye’nin döneminin sosyalist solundan da farklı bir noktada durduğu aşikâr görünmektedir. Tanıl Bora Kemal Tahir konusunda eleştirel, bir sayı hazırlarken bu yazıdaki görüşleriyle kendisini korunaklı bir mevkiye çekmiş gibidir. Tıpkı Post-Post Kemalizm kitabındaki yazısının konumlandığı düşünsel mevzi gibi. Başkalarının yazılarını kurgulama becerisine ancak şapka çıkarılır.
Tanıl Bora’nın yazısı ile Murat Belge’nin yazısında yer alan Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek’i yazarken büyük ölçüde Tahir Alangu’nun anlatımından yararlandığı şeklindeki tevatür son derece eksik bilgiye dayanmaktadır. Her ikisinin de Enstitü kökenli edebiyatın yazarlarının bu husustaki iddialarından haberdar olmadıkları anlaşılmaktadır. Böylesi bir niteleme bir anlamda Kemal Tahir’in metni yazarken Tahir Alangu deneyimi kaynaklı bilgilenmesinin metni oluşturduğu, şekillendirdiği şeklindeki bir kanaate yaslanmaktadır. Kaldı ki Tahir Alangu’nun Köy Enstitüleri konusundaki kanaati ve Enstitü kökenli edebiyat hususundaki değerlendirmeleri Kemal Tahir’den farklıdır. Bu noktadaki fark da onun 1960’lı yılların başlarında Vatan gazetesinde yayımlanan günlük notlarında da yer almaktadır. Ayrıca edebiyat üzerine metinlerinde de açığa çıkmaktadır. Kemal Tahir’le Tahir Alangu arasında Türk edebiyatını değerlendirme açısından farklar konusu olağanüstü önemli bir inceleme konusu olabilir.
Barış Özkul’un yazısının son cümlesi “Tahiriliğin” altın çağının son on yıl olduğunu belirtirken daha erken satırlarda son yirmi küsur yılın hep böyle olduğu şeklinde bir önkabul bulunmaktadır. Belki de Kemal Tahir’in yazdıklarının bütününü sarıp sarmalayan, temelde eleştirel baksa da onun Marksizmdeki son dönem tartışmalarını takip etmediğini söylese – ki Türkiye’de kim takip ediyordu ki sorusu sorulabilir – ve onu öncü olarak nitelese de düşüncelerine daha bir vakıf olan yazı “Mağdur ve Mağrur” başlıklı metindir. Sözü edilen metinde TKP ile ilişkisinin belirgin olarak mesafeli ve ondan öte kopuk olduğu şeklindeki tespiti üzerinde, bu doğru tespit üzerinde ciddiyetle durulmalı ve onun Sovyet sosyalizmi ile mesafesi bu anlamda ciddiyetle tartışılmalıdır. Genellikle yazılagelen anlamda Hikmet Kıvılcımlı’yla arasında düşünsel ilişki kurulsa da ve sözü edilen metinde bu ezber düşünce aktarılmaktan ziyade kısmen aşılsa da böylesi bir benzerliğin abartıldığı da rahatlıkla görülebilir. Bu anlamda Kıvılcımlı’nın Osmanlı orijinalitesi üzerine dair vurgusu Kemal Tahir’de çok daha farklı bir formülasyon içindedir. Bunun en güzel göstergelerinden biri de 12 Mart’tan hemen sonra Yol dergisinde hemen her sol çevreden aydının Hikmet Kıvılcımlı hakkında olumlu, temelde olumlu metin yazmasıdır. Zaten bir metin de onun birikiminden sınırlı şekilde yararlanıldığı şeklinde bir cümleyle bitmektedir: “2000’lerin ilk on yıllarında, o mahfiller – Kıvılcımcılar – dışında da düşüncesinin zenginliğinin biraz olsun keşfedilmiş olması kârdır.” [18] Buna mukabil, ilginç olan nokta Kemal Tahir hakkındaki yazının nihai tanımlayıcı cümlesi de Murat Belge’nin Kemal Tahir’i sosyal demokrasiyle buluşturan cümlesi 1980 yılı öncesi Birikim’deki bir yazısında vardır. “Ruhen düpedüz milliyetçi” bir tutumu sosyal demokrasiyle bağdaştırmanın ne kadar mümkün olduğu düşünülmelidir. “Kemal Tahir’i sağ(ın) rahatça kendi düşüncesine eklemleyebil(eceği) ve ancak mümkün olan en ‘sol’ yorumu ise dünya görüşünde devlete ‘iyilikperver özne’ olarak yer veren sosyal demokraside mümkündür”[19] Aslında ilk dönemki nitelemeyle son dönemde söylenenler konusundaki çelişkiye rağmen Murat Belge’nin bu cümlede ifade edilen ilk nitelemesine katılınması ilginçtir.
Bir başka yönü itibariyle Türkiye Defteri üzerine metin de döneminde bile Kemal Tahir’e nasıl yaklaşıldığını nispeten gerçekçi bir şekilde göstermektedir. Metinde söylenenler zaman zaman açıkça ve zaman zaman da örtük bir şekilde Kemal Tahir değerlendirmesini vermektedir. Derginin ilk sayısının farklılığını söylemesi ve asıl yorumunun ikinci sayıdan itibaren 16. sayı da dahil olarak derginin değerlendirilmesi gereğini belirtmesi de gerçekçi görünmektedir. Derginin üç temel isminden Naci Çelik’in öbürlerinden farklılığına dair kanaat daha fazla açımlanması anlamında geçekçidir. Hem Naci Çelik’in Kemal Tahir’in düşünceleri konusundaki hassasiyeti bariz olarak daha fazladır. Hem de Hulki Aktunç ve Taylan Altuğ neredeyse derginin kapatılmasından/kapanmasından sonra biri 1975’ten ölüm tarihi olan 2011 yılına diğeri de bugüne kadar neredeyse hiç Kemal Tahir’den bahsetmemişlerdir. Hulki Aktunç’un kendinin “Kemal Tahirci” olmadığını belirtiş şekli hayatının iki yıla yakın kısmını hayatından çıkarma düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hayatımın 40 Yılı kitabının başında muhtemelen bizzat yazdığı kendisinin tanıtıldığı yerde ve sonradan yazdıkları arasında Türkiye Defteri dönemi hiçbir biçimde gündeme gelmemektedir. Naci Çelik ise o dönemden sonra seyrek de olsa neredeyse günümüze kadar Kemal Tahir üzerine metin yayımlamıştır. Hulki Aktunç ve Taylan Altuğ Türkiye Defteri’nde Kemal Tahir’e dair yazdıkları yazıları daha sonra hiç yayımlamamışlar, yayımlamamaktan öte unutmaya terk etmişlerdir. Onlar yazacak mekan bulurken Naci Çelik bulamamıştır. Zaten şöyle bir bakıldığında Hulki Aktunç ve Taylan Altuğ’un dergide siyasal alana dair Kemal Tahir dışındaki düşünce adamlarının metinlerine yönelik değerlendirmeleri genel anlamda bulunmamasına karşın Naci Çelik’in yazıları daha ağırlıklı olarak edebiyat alanının içinde kalmıştır. Onlara yönelik olarak düşünsel alanda kimi eleştiriler gündeme gelmiştir. Bunlar arasında en köşeli olanı dönemin bir köşeli dergisinin bir köşeli yazarının, Tahir Abacı’nın değinileridir.
Kendilerinin sosyalist olarak nitelenmemeleri karşısında, belki de bir savunma aracı olarak dergide “Devrimciyle Konuşmalar” başlıklı bir köşe açmışlardır. Bir de örneğin Engin Ardıç’ın yazısında da belirtilen Halit Refiğ ve Metin Erksan’ın bunlar Milli Sinema Açık Oturumu’na katıldıkları ve belki de ek olarak Halit Refiğ’in Ulusal Sinema Kavgası kitabının Hareket Yayınlarından yayımlandığı için uzak durmaları önerisine, muhtemelen benzeri gerekçelerle kendileri başından beri uymuşlardır. Halit Refiğ’in yayımlanan tek yazısı da muhtemelen 1974 Mayıs’ında Kemal Tahir anmasında yaptığı konuşma olup Kemal Tahir enstitüsü kurmayı önerdiği içindir. O sayıda yer verilmiş olmasının bir başka nedeni de gene 7. sayıda gene 6. sayıdaki mantaliteye uygun biçimde Attila İlhan’ın “Dikkat İsterim” başlıklı yazısına da yer verilmiş olmasıdır.
Bir de belli bir sayı için, Türkiye Defteri’nin Kemal Tahir’i anma sayısı için çok geniş bir kesime çağrı yapmasının derginin her kesime açıklığının bir göstergesi olarak anlaşılması problemli gözükmektedir. Bir kere derginin hiçbir sayısı altıncı sayı ölçüsünde Kemal Tahir’e eleştirel bakacak çevrelere o kadar bir yana, hiç de açık değildir. Derginin Kemal Tahir sayısı derginin herhangi bir sayısıyla karşılaştırılamaz. Bir de belki de o sayıda düşünsel olarak Kemal Tahir’e yakın olmayan edebiyatçıların da Kemal Tahir hakkında olumlu düşünceler belirtebileceği şeklinde bir kanaat vardır. Bu noktada en azından Naci Çelik Dost dergisinin bir altı yıl önce yaptığı soruşturmadan haberdardır ve o sayıda bir çok edebiyatçı ve aydının olumlu düşünce belirttikleri malumdur. Söz konusu Türkiye Defteri sayısında da Adalet Ağaoğlu ve Tektaş Ağaoğlu’nun son derece anlamlı ve önemli metinleri vardır. Bir de o dergiye kimlerin yazı gönderdiği belli olmadığı gibi neden bazı yazarlardan yazı istenmediği üzerinde de düşünülmemiştir. Yayımlanacak yazılar için bir de “aydınlıktan yana olan herkese açıktır” ibaresinin konulması zaten bir önemli durum olarak ortadadır. Bu da liste o dönem Kemal Tahir’i önemseyen derginin Kemal Tahir konusunda bazı çevrelerin sözlerine kapalı olduğunu göstermektedir. Belki de bunun en güzel göstergesi olarak dönemin muhafazakâr yazarlarından yazı istenmemesi ilginç bir durumdur. Bazı yazarları yaklaştırmama endişesi tıpkı bugünkü ortam gibi insanları belli bir düşünsel konumun dışında mütalaa etmek eylemi gibi bir düşünsel terörün sonucudur. Bu noktada tam da bu yıllarda düşünsel teröre maruz kalan Selim İleri ve Oğuz Atay’ın durumu Türkiye’de Kemal Tahir konusunda düşünsel terör yaratmanın tarihinin hiç de yeni olmadığını göstermektedir.
Tüm bu hikayeler muvacehesinde konunun anlaşılması bakımından ilk dönemde Attilâ İlhan ve Yalçın Küçük konusunda siyasal anlamda eleştiri getirilmiştir. Takriben 2000’li yıllardan itibaren Attila İlhan ve Yalçın Küçük’e yönelik olarak ulusalcılık nitelemesi eşliğinde eleştiri yapılmıştır. Bunun, böylesi bir eleştirinin en net ifadelerini Cereyanlar kitabında görmek mümkündür. Bunun izdüşümünü aynı zamanda 1980’li Yıllar kitabının siyasi düşünce yazısında da bulmak olasıdır. Attilâ İlhan ve Yalçın Küçük’ün düşüncelerine eleştiriler, onların eleştirilmesi bariz bir şekilde sol liberallere yönelik eleştirilerinden kaynaklanmaktadır. Bu iki aydın bu eleştirilerin yanı sıra 1980 yılı sonlarında bariz bir sosyalizm vurgusu yapmışlardır. Bu iki durum onlara yönelik eleştiriye neden olmuştur. İki aydının eleştirisi güncel siyasetle de ilgili olarak gündeme gelmiştir. Böylesi eleştiri Yalçın Küçük’te daha ileri bir noktaya gitmiş, çok daha ayrıntılı bir hal almıştır. Zaten Küfür Romanları’ndaki eleştirinin ağırlık noktası Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği üzerinden gerçekleşmiştir. Eleştiri aynı zamanda İslamcılıkla iç içe geçen siyasal eğilime yönelik olarak yapılmıştır. Bu noktada yani daha önceki bir tarih kesitinde geniş bir Attilâ İlhan ve Yalçın Küçük eleştirisi, kapsamlı bir eleştiri gelebilirdi. Belki paralel bir şekilde İsmet Özel eleştirisi de gerçekleşmedi. Hatta ondan öte Murat Belge’nin şiir üzerine son kitabında da çok miktarda anıyla karışık, anıyla süslenmiş İsmet Özel yazısı bulunabilirdi. Ancak orada İsmet Özel incelemesi de yok. Meselenin getirileceği nokta Kemal Tahir eleştirisinin de diğer ikisine yönelik eleştiriden çok daha kallavi ve kapsamlı bir şekilde yapılmış ve önemsenmiş olmasıdır. Bunlar meseleyi getirip siyaset alanına kilitlemektedir. Siyaset alanına kilitlenmesi nedeniyle de meseleyi fazlasıyla zorlayarak Ak Partiye yakınlık noktasına getirmişlerdir. Attilâ İlhan ve Yalçın Küçük’ün kendilerine yönelik eleştirilerinin sıcaklığında eleştiri getirirken Kemal Tahir’in ölümünün bir elli yıl sonrası ses vermeleri problemlidir. Ancak hakikaten bunların Attilâ İlhan’ın konuşmasının üstünden neredeyse bir yirmi yıl geçmesine, Yalçın Küçük’ün yazmayı bırakmasının bir on yıla yakın olmasına mukabil bu tarz tavırları alışkanlıklarının bariz olduğunu gösteriyor. Yalnız Kemal Tahir’in temel farkı bunların alayından güncel siyasete tutkun olmaması anlamında farklı olmasıdır.
Kemal Tahir’in edebi metinleri üzerine edebi eleştiri konusunda duraklama, duraklamanın ötesinde yazmama eylemi olağanüstü yaygın. Onlar, edebiyat yazarları muhtemelen nereden tutacaklarını bilemiyorlar. Aslında düşüncelerine yönelik eleştirilerin de ne zaman biçim değiştireceğini ciddi olarak düşünmek gerek. Yazılanlar takip edildiğinde bu aleni olarak görülüyor.
Dergideki yazılar açısından söylenebilecek bir husus da Ergun Aşçı, Osman Özarslan ve Sami Özbil’in Kemal Tahir’in metinlerinin siyasal konumunu ve Kemal Tahir’in başka solculardan farklarını daha gerçekçi bir biçimde tartışmış olduklarıdır. Bir de bu üç isimden birinin yeni yayımlanan yazısı çağrışımlarla Demirel’i Demirel kitabından daha sahici bir şekilde vermesidir. Bir de kendi tabirleriyle “Tahiriler” lafzıyla muğlak olarak tanımladıkları “Tahiriler” üzerinde durmuşlardır. Böylesi birbirine pek benzemez kişileri “Tahiri” olarak tanımlarken kendilerinin zaman içinde fazlasıyla renkli bir şekilde tanımlanmalarını peşinen içlerine sindirmek durumundadırlar.
[1] Fuat Dündar, “Kemal Tahir’in ‘malı, mülkü ve Ermeniler”, Birikim, No: 416, (Aralık 2023), s.24.
[2] Barış Özkul, “Tahirliğin Altın Çağında Kurt KanununuTekrar Okumak”, Birikim, No:416, s.64.
[3] Dündar, agm, s.28.
[4] agm.
[5] Sırrı Süreyya Önder “Kürt Halilaoğullarından Kemal Tahir’in Halklar Sorunu, Birikim, No:416, s.15.
[6] agm, s.17.
[7] agm, s.16.
[8] agm, s.13.
[9] Murat Belge, “’Hatasıyla sevabıyla’ Kemal Tahir”, Birikim, No:416, s.7.
[10] Mehmet Nuri Gültekin, “Neo-Tahiri Kabuller Üzerine birkaç not ya da ‘Maveaünnehir Nereye dökülür?’”, Birikim , No: 416, (Aralık 2023), s.38.
[11] agm, s.38-39.
[12] Çimen Günay Erkol, “Kemal Tahir ve erkekliğe ‘tahammül etmek’ ‘Fakat Gene de ben Şarklıyım’”, Birikim, No:416, s.45.
[13] Yücel Kayıran, “Gülten Akın Problemciliği”, Doğu-Batı, No:105, (Mayıs Haziran Temmuz 2023), ss.145-147.
[14] Ergun Aşçı, “Bir sol –İttihatçı olarak Kemal Tahir ve Türkiye sağının Kemal Tahir’den anladığı”, Birikim, No: 416, s.54.
[15] Osman Özarslan, “Sınıfsız, zümresiz, kaynaşmış, müteşekkil toplum: Devlet Ana”, Birikim, No:416, s.63.
[16] Barış Özkul, “Tahirliğin Altın Çağında Kurt Kanunu’nu Okumak” , Birikim, No:416, s.70.
[17] agm., s. 68.
[18] Tanıl Bora, “Hikmet Kıvılcımlı”, Yüz Cumhuriyet Aydınından 100 Portre, der: Kıvanç Koçak ve Tanıl Bora, 2.b., İletişim Yay., İstanbul, 2024, s.154.
[19] Emre Bayın, “Kemal Tahir”, age., s.188-189.