Avrupa Birliği’nin Afrika İlişkilerinde Avrupa Merkezli Bakış Açısı ve Neokolonyalizm
M. Nusret Altun
Avrupa Birliği’nin (AB), Afrika kıtası, Afrika ülkeleri ve kıta ülkelerinin tamamının katılımıyla kurulmuş olan Afrika Birliği Örgütü (AfB)’ne karşı başta politikaları olmak üzere, söylemlerinin ve bakış açısının neokolonyal eğilimlere olup olmadığı tartışması uzun süredir devam eden bir olgudur.
AB liderlerinin Avrupa ve Afrika kıtaları arasındaki iş birliğine atıf yapan söylemlerinin ve AB kurumlarının Afrika üzerine yayımladığı belge ya da raporlarda kullanılan dilin üstenci bir bakış açısına sahip olduğu ya da AfB’nin kuruluşunda, AB’nin örnek alındığı ve sonraki gelişim süreçleri için de AB’nin rol model olarak kabul edilmesi gerektiği anlayışının neokolonyal bakışın bir tezahürü olduğu dile getirilmektedir.
Bu hususta, özellikle AB’nin “normatif gücü”nün de başta Afrika ülkeleri olmak üzere diğerleri üzerinde AB’nin bir tahakküm oluşturmasına yardım ettiği ve normatif güç yolu ile AB’nin kendi kimliğini bu ülkelere ihraç etmeyi amaçladığı da AB-Afrika ilişkilerinde neokolonyal bakış açısının bir diğer örneği olarak göze çarpmaktadır. Toplumsal adalet, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi temel değerlerin uluslararası arenada standardını belirleyen veya bu değerlerin diğer ülkeler ya da birlikler tarafından kabul edilmesini zorlayan AB’nin, Afrika kıtası özelinde de kendi değerlerini ve normlarını kabul ettirmeyi amaçladığı ve bunları kendi çıkarları kapsamında kullandığı birer aparat haline getirdiği düşüncesi temelinde AB’nin Afrika ülkelerine ve AfB’ye yaklaşımı incelenebilir. Böylece normatif gücün neokolonyal bir amaçla kullanıldığı Afrika politikası, AB’nin sömürgecilik dönemleri sonrasında kıtaya olan yaklaşımını da anlamaya yardımcı olacaktır.
Bu yazı temelde AB’nin, Afrika ülkeleri ve AfB’ye neokolonyal bir şekilde yaklaşıp yaklaşmadığını irdeleyecektir. AB’nin sahip olduğu değerlerini dünyaya yaymaya dayanan ve AB’nin uluslararası siyasette kendisini dünyada iyilik ve normların yerleşmesi için çalışan bir güç olmasının, Afrika özelinde kendisini AB’nin kıtaya yönelik neokolonyal bir bakış açısına sahip olduğunu bulacaktır. Kendi yapısını, düşüncesini ve normlarını ihraç etmek isteyen AB’nin karşısına çıkan en büyük sorunun, dünyanın geri kalanının bunu isteyip istemediği sorusunu ortaya koyacaktır.
Avrupa merkezci bakış açısının söylem analizi
AB liderlerinin Afrika ülkeleri ya da iki kıta arası iş birlikleri bağlamında yaptıkları açıklamalar, varlığı inkar edilse de örneklerine sık sık rast gelinen Avrupa merkezci (Eurocentric) bakış açısını anlamaya yardımcı olabilmektedir. Bu noktada, liderlerin açıklamalarının söylem analizi etken, edilgen ya da modern, ilkel ayrımını göstereceği gibi, neokolonyal ya da sorunsuz, tarafları eşit gören bir anlayış olup olmadığını da ortaya koyacaktır.
AB resmi açıklamalarında ve belgelerinde Afrika üzerine konuşmalarındaki temel vurguların temelinde Avrupa ülkelerinin emperyal geçmişlerinin tarihte kaldığı ve sömürgeci bakış açısının yerini eşitlikçi, iş birliğine dayanan bir anlayışa bıraktığı vurgulansa da eski AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini 2015 yılındaki bir konuşmasında Afrika ülkelerine yönelik şunları söylüyordu: “Güvenlik olmadan kalkınma olmayacağı gibi, kalkınma olmadan güvenlik de olmaz. Afrika’da barış mümkün… Avrupa’yı düşünün. Benim kıtamın insanları yüzyıllarca birbiriyle savaştı. İki dünya savaşından sonra dedik ki: Artık yeter. Böylece AB doğdu. Barış ekonomik kalkınmayla geldi ve ekonomik kalkınma da barış ile… Sonuç olarak biz, 2020’ye kadar Afrika’da silahların susması ve iyi yönetimler olması isteğini tamamiyle destekliyoruz[1].”
Mogherini’nin konuşması Avrupa’nın sahip olduğu normların oluşumunda tarihi sürecin önemini vurgulasa da her ülke ya da medeniyet için aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurup doğurmayacağı tartışması, bu konuşmanın hemen bitiminde akla gelen ilk sorudur. Aynı şekilde, konuşmanın atıf yaptığı geçmiş Avrupa için büyük önem arz etse de normatif gücün oluşumunda madalyonun öteki yüzünde yer alan sömürgecilik, soykırım ya da faşizmin bu söylemde ne derece bir görevi olduğu akla gelmektedir. Afrika ülkeleri için ve hatta diğer “geri kalmış ülkeler!” için de gerekli olanın böyle bir süreç yaşamak olduğunu ima eden düşünce, işte tam bu konuşmada kendisini ele vermektedir. 50’den fazla ülke, onlarca farklı etnik yapı, binlerce farklı dil ve kültüre sahip bir kıtanın yaşayacağı süreçlerin, Avrupa kıtasıyla aynı olabileceği yahut aynı sonuçlar doğurabileceği düşüncesi yanlış bir bakış açısı olmanın ötesinde, tarihin doğrusal ilerlediği yahut aynı sebeplerin her zaman ve her yerde aynı sonuçları doğuracağı düşüncesini göstermesi bakımından da büyük sorunlara sahiptir.
Yine aynı şekilde eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’e göre, Afrika’daki ülkelerin durumu “dünya için bir yaradır”, iyileştirmek için dünyanın bir araya gelmesi gerekmektedir. (The Guardian, 2001) Blair’e göre, Afrika’daki yolsuzluk, insan hakları ihlalleri, yetersiz demokrasi ve daha birçok sorunun çözümü için Avrupa’nın evrensel değerlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Sonrasında dışarıdan yardım ile Afrika’daki sorunlar çözülecek, barış anlaşmaları yapılabilecektir.
Üstenci bakış ya da çıkarların şekillendirdiği Afrika politikaları
Normatif güç ya da Avrupa normları üzerinden Avrupa medeniyetinin Afrika’ya ihracının bir örneği Mogherini ya da Blair’in konuşmasından çok daha açık ve net şekilde eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin 2007’deki bir toplantıda dile getirdiklerinde kendisini göstermektedir. Sarkozy, konuşmasında Avrupa’nın sömürgeci geçmişini kınamaktadır ancak Avrupa medeniyetini Afrikalılara bir kolonyal hediye olarak görmektedir. Fransız Cumhurbaşkanına göre, Afrikalılar kendilerini evrensel insanlık medeniyetinin mirasçıları olarak görmeli, bunun yanında onlar, insan hakları, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi ortak değerlere de sahip çıkmalıydılar.[2]
Elbette Sarkozy’nin konuşmasını eleştiren AB liderleri de oldu. Bu söylemlerin Afrika ülkeleri ile olan ilişkilere zarar verdiği bazı liderler tarafından ifade edildi ancak Sarkozy’nin Avrupa merkezli bakış açısının tezahürü olan konuşmasını da üstenci bakışın bir yansıması olarak kabul etmek zor olmayacaktır.
Bu noktada, bir diğer önemli gerçek AB’nin Afrika politikalarını bazı güçlü üye ülkelerin kendi ulusal çıkarları için şekillendirmeye çalıştığıdır. İlk askeri operasyonunu 2003 yılında Makedonya’da başlatan AB, sonrasında 9’u Afrika kıtasında olmak üzere birçok askeri operasyon gerçekleştirmiştir. Bu askeri operasyonların temel motivasyonunun kriz ya da savaş bölgelerindeki sivilleri korumak ve bölgelere istikrar getirmek olduğu AB resmi dokümanlarında belirtilse de başta Çad’a düzenlenen askeri operasyon ya da Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki (DRC) krizi bitirmeyi amaçlayan Operasyon Artemis ile Somali sahillerindeki korsanlık ile mücadele için başlatılan Operasyon Atalanta’da temel motivasyonun Fransa’nın kıtadaki etkinliğini artırma hedefi olduğu, İngiltere’nin ya da diğer AB ülkelerinin, operasyonlardaki liderliği ve inisiyatifi sadece Fransa’ya bırakmamak için katıldığı belirtilmektedir.[3] AB’nin büyük üçlüsü kabul edilen Almanya, Fransa ve İngiltere arasındaki liderlik rekabetinin etki altına aldığı askeri operasyonlar bu ülkeler nüfuz alanları ya da etki etmek istedikleri bölgelere yönelik gerçekleşmiştir[4].
Fransa’nın, Çad ve DRC örneğinde olduğu gibi AB’nin ilgisini ve gücünü bölgedeki otoriter rejimlerle mücadele kılıfında Kuzey Afrika ve Akdeniz Bölgesi’ne doğru çekme girişimlerinden Almanya ve diğer AB ülkeleri de rahatsız olmuştur.
Normatif gücün sınırları: ideal ve gerçek arasındaki boşluk
Afrika üzerinde neokolonyal bir bakış açısı ile kullanılan AB normatif gücünün, Birliğin ilişkili olduğu diğer bölgelerdeki kullanımında yaşanan başarısızlıkları ve karşılaştığı sorunlar, aslında AB’nin ideal ve gerçek arasında kendisiyle ne derece çelişebildiğini de ortaya koymaktadır. Soğuk Savaş’ın bitimi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte Balkanlarda başlayan krizler ve iç savaşlar, AB’nin gücünü gösterebileceği ve dünya siyasetinde etkinliğini artırabileceği bir imkan olarak görülmüş ne var ki normatif AB’nin yaşadığı başarısızlıklar sonucunda ABD sürece dahil olmuş, ilk defa AB içerisinde de askeri güce sahip olmanın da gerekli olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştı[5].
Bunun yanında, AB’nin Rusya ile olan ilişkilerinde de Rus enerjisine olan bağımlılığının normatif güç bağlamında ideal-gerçek arasındaki boşluğu artırdığı söylenebilir. Öte yandan, İsrail-Filistin meselesinde de AB, sorunun çözümü konusunda arabuluculuk yapmaya çalışmış, ne var ki muhatapları tarafından kabul edilmeyen teklifleri başta olmak üzere, İsrail’in Filistin’deki yasadışı ilhaklarının yarattığı rahatsızlık gibi gerçekler de normatif gücünün sınandığı, AB liderlerini ikilemde bırakan bir durum ortaya çıkarmıştı[6]. AB, Orta Doğu’da çıkarlarına uygun şekilde İsrail’le olan ilişkilerinde, bu ülkenin Birleşmiş Milletler tarafından da yasa dışı kabul edilen faaliyetlerini bazı durumlarda göz ardı etmek durumunda kalmıştır.
Açık iş birliği veya örtülü neokolonyal
AB’nin Afrika kıtasına yaklaşımında her şeyi olumsuz gibi algılamak yahut kurulan doğru ilişkileri de yanlış olarak görmek haksızlık olacak, AB’nin Afrika kıtasına yaklaşımını da anlamaya perde çekecektir.
AB ülkelerinin Afrika kıtasındaki yatırımları ya da önceki sömürgeleri olan ülkelerde hala sürdürdüğü iş birliklerinin bir derece bu ülkelere katkı sağladığı gerçektir. Ne var ki, üsten bakan Avrupa merkezli bakışın, Afrika ile kurduğu asimetrik ilişkilerin ve insan hakları ya da demokrasi temelli söylemlerin arkasında neokolonyal bir düşüncenin olduğu da inkar edilemez.
AB, her ne kadar Afrika’daki sömürgeci geçmişinin gölgesinden kurtulmaya çalıştığını ve mevcut ilişkilerde eşitlik temelli bir yaklaşım benimsediğini belirtse de söylemler, açıklamalar ve resmi ziyaretlerdeki tavırlar aksini işaret etmektedir. Afrika kıtasının geçmişten günümüze yaşadığı süreçlerin (Avrupa ülkeleri nedeniyle) Avrupa ülkeleri gibi bir modernleşme sürecine evrilip evrilmediği yahut bunun gerekli olup olmadığı tartışılsa da Avrupa merkezli bakış açısının yanlış bir yaklaşım ile bu duruma yaklaştığı da görülmektedir.
Afrika’nın yaşadığı tarihi süreçler, etnik yapısı, dil, din ya da kültürel farklılıklarının Avrupa’daki gibi bir sürece evrilmesinin mümkün olmadığını ve hatta bunun gerekli olup olmadığını da akla getirmektedir. Bu durum, Avrupa merkezli bakış açısının da daha ilk anda düştüğü hatayı yansıtmaktadır. Böyle farklılıkların olduğu bir kıtanın tarihi sürecinin Avrupa’daki gibi yaşanmasını beklemek ya da bunun olmasını ummak, sorunun aslında çok daha içerilerde neokolonyal bakış açısının yer aldığını işaret etmektedir. AB’nin eski alışkanlıklarından ya da bu sömürgecilik zihinlerindeki tarihinin kalıntılarından kurtulması her iki taraf için de çok daha faydalı olacaktır. Bu noktada Afrika’nın sesinin de duyulur olması ya da AB’nin ihraç etmeye çalıştığı değerlerini Afrikalı muhataplarının gerçekten isteyip istemediğini de ayrıca kendi kendine sorması gerekmektedir. Avrupa’nın neokolonyal bakışının Afrika’daki postkolonyal yansımaları ise üzerine ayrıca düşünülmesi ve çalışılması gereken bir diğer önemli konudur.
ALTUN, M. Nusret (1994, İstanbul) Lisans eğitimini İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde, yüksek lisansını University of Warwick’te siyaset bilimi alanında tamamladı. Avrupa Birliği, NATO, Avrupa siyasi tarihi ve Türk siyasi tarihi alanlarında akademik çalışmalarına devam ediyor.
[1] Federica Mogherini, Speech to Africa Union, 20.10.2015, http://www.federicamogherini.net/speech-by-federica-mogherini-to-the-african-union/?lang=en
[2] Staeger, Ueli (2016) Africa-EU Relations and Normative Power Europe: A Decolonial Pan-African Critique, Journal of Common Market Studies, 2016, Vol. 54, N.4, p.981-998.
[3] Trott, William (2010). An analysis of civilian, military and normative power in EU foreign policy. Polis (Misc) 4:1.
[4] Stefan Lehne, (2009). The Big Three in EU foreign policy. Carnegie Endowment for International Peace
[5] Hyde-Price, Adrian (2006). ‘Normative’ Power Europe: a realist critique. Journal of European Public Policy. Vol:13, No:2, 217-234.
[6] Pace, Michelle (2007).The Construction of EU Normative Power. Journal of Common Market Studies, Vol:45, No:5 pp.1041-1064