Emre Karaca
Afrika kıtası derin ihtilafların ve yıllar süren iç savaşların platformu olarak insanlık tarihinin en acı kesitlerinden bazılarının vuku bulduğu yer oldu. Dini, etnik, nesepsel fay hatlarının aktif hale geldiği olaylar neticesinde oldukça elim olaylara varan süreçler yaşandı.
Tüm bu çatışma hatlarının gölgesinde kıtanın nicelik olarak oldukça mütevazi Yahudi nüfusu, çoğu zaman göz ardı edilen bir topluluğu teşkil ediyor. Her ne kadar Ortadoğu bölgesinde kümelense de Yahudi inancı dünyanın pek çok bölgesine dağılım göstermiştir, Afrika dışında Hindistan’da ve Kuzey Kafkasya’da da Yahudilerin varlığı mevcut.
Afrika kıtasının Sahra altı olarak da tasvir edilebilecek kısmına 19. yüzyılın başında yaklaşık 45 bin Yahudi, Almanya ve Britanya’dan göç etmişlerdi. Varılan ana rota Güney Afrika’ydı. Bu göç momenti Doğu Avrupa’da baskı altında tutulan Yahudilerin sığınacak yeni bir liman bulma umuduyla kıtaya adım atmalarıyla devam etti. 2. Dünya Savaşı’nın ardından İsrail’in kurulması Avrupa- Afrika hattındaki göçte istikamet değişimine neden oldu. Bir zamanlar son durak olarak görülen kıtanın sakinleri de yeni kurulan devlete doğru göçün parçası olacaklardı.
Kıtanın kuzeydoğusunda yer alan Etiyopya’da ikamet eden-etmiş olan Yahudiler, “İsrail Ahalisi” anlamına gelen “Beyt-i İsrail” olarak da adlandırılıyor. Kendilerinin uygunsuz bir hitap olarak addettikleri “Falaşa” ise Etiyopya’daki Yahudi olmayan kesimin kendilerine karşı kullandığı yaygın kullanım. Falaşa artık literatürde kullanılan genel terim haline gelmiş durumda. Kelimenin anlamıysa, “yurtsuzlar, başıboşlar”.
Aslında hikayeleri oldukça ıstıraplı kesitler barındıran Falaşalar uzun yıllar boyunca “Yahudi” olup olmadıkları konusunda konsensüs sağlanamayan ve bu tanımlamanın sağlayacağı potansiyel getirilerden (uluslararası ağlardan gelebilecek maddi-manevi destekler) faydalanamayan bir topluluktu. Etiyopyalı Yahudilerin, Afrika’nın kendine has geleneklerini dinleriyle harmanlamaları farklı bir öğretiye sahip olmalarına neden oluyor.
Etiyopya’lı Falaşa’ların kökenleri hakkında net bilgi yok, varsayımlarsa muhtelif. En öne çıkan senaryoda, Hz. Yakup’un oğlu Dan’ın soyundan gelen bir kabilenin mirasçıları oldukları düşünülüyor.
Bir başka iddia da Mısırlı misyonerlerin Yahudiliğe intisap ettirdiği Afrikalı bir kabile oldukları. Cevabını bulmanın imkansız olduğu bu köken deşme sorgusu bir kenara bırakılsa bile modern zamanların en kendine özgü topluluklarından oldukları vurgulanmaya değer.
Falaşaların kıtada egemen olan başlıca iki semavi dini (İslamiyet ve Hristiyanlık) benimsemeyip varlıklarını sürdürmeleri kendilerini farklı kılıyor. Uzun yıllar Etiyopya’nın Hristiyan idarecilerinin ve misyonerlerin baskısı altında, yalıtılmış bir şekilde varlıklarını koruma savaşı verdiler.
Falaşaların Etiyopya’daki yaşamları kırsal kesimde tarımla uğraşan, yoksul bir topluluktu. İnançları Kutsal Kitap’a dayalı, Afrika öğretilerinden izler taşıyan akideler doğrultusunda inşa edilmişti. Uluslararası alanda varlıklarının tanınmasındaki kritik olayların başında Joseph Halevy ismindeki araştırmacının 19 yüzyılın sonlarında Etiyopya’ya yaptığı gezi sırasında grubun varlığını tetkik etmesi yer alıyor. Bu tespitlerin daha evrensel dünyada da kabul görmesinin ardından artık kendi devletlerini kurmak için çalışmalarını hızlandıran Yahudi topluluğu için Falaşaların varlığı bir gerçeklik olarak haline geldi.
Nitekim uzun yıllar göz ardı edilen, öteki addedilen Falaşaların tarihi 20. Yüzyılın son çeyreğinde önemli kırılma anlarına şahitlik yapacaktı.
‘EVE DÖNÜŞ’ DÖNEMİ
1973 ve 1975 yıllarında İsrail Sefarad ve Aşkenaz başhahamların arka arkaya Falaşaların da “Yahudi” olduğunu kabul etmelerinin ardından, İsrail Parlamentosu da “Geri Dönüş Yasası” kapsamında İsrail vatandaşlığı için herhangi bir engelin olmadığına kanaat getirdi. 1950’de kabul edilen bu yasa dünya geneline dağılmış Yahudi cemaati üyelerinin İsrail’e getirilebilmelerini şiar ediniyor. On yıllar süren bu ‘Yahudi olarak tanınma’ düğümünün en üst perdeden çözülmesi sonrasında artık Falaşalar için de geri dönüş zemini oluştu. Etiyopya’da başlayan iç savaşın Falaşaların hayatını dayanılmaz kılması, Yahudi ailesinin üvey evlatları için yurda dönüşü başlatan olaylara kapı araladı.
Etiyopya’daki iç savaşın yarattığı koşullardan kaçan Beyt-i İsrail topluluğu komşu Sudan’da yer alan mülteci kamplarına sığınıyordu. Bu kamplarda yer alan Falaşalar 1977’de başbakan seçilen Menahem Begin’in kumandasında gizli operasyonlar kapsamında İsrail’e getirildi.
Falaşaların İsrail’e geliş yolculuklarının sonraki süreçleri de herhangi bir aksiyon filmini aratmayacak bir operasyonlar zincirinin tatbik edilmesiyle gerçekleşmişti. İlk olarak 1984’de Etiyopya genelinde yaşanan kıtlığın insani kriz boyutuna evrilmesinin tetiklemesiyle ülkedeki Yahudi kesimin vadedilmiş topraklara sevkedilmesi gündeme gelmişti.
Bu kapsamda düzenlenen Musa operasyonuyla Etiyopya’da bulunan yaklaşık 8 bin Yahudi İsrail’e gönderilmişti. 1 yıl sonrasındaysa bu kez ABD’nin refakatinde düzenlenen Hz. Yuşa operasyonuysa yaklaşık 800 kişiyi içermişti. Operasyon dizisinin bir diğer halkası da 1991’de gerçekleşmiş ve Süleyman Operasyonu’nda 34 uçağın eşlik ettiği 14 bin 500 Etiyopyalı Yahudi İsrail’e ulaşmıştı. Bu operasyonlar, İsrail’in kendi mensuplarına dünyanın neresinde olursa olsun sahip çıktıklarını gösteren bir davranış biçimi olmaları itibariyle de sembolik bir önem taşımaktadır.
Günümüzde yaklaşık 150 bin Etiyopyalı Yahudi İsrail’de yaşıyor. Ancak yıllar geçse de toplumsal entegrasyonun tam olarak gerçekleştiğini söylemek mümkün değil. İlk başlarda büyük bir başarı hikayesi olarak görülen operasyonlar silsilesi yerini karşılaşılan temel sosyal sorunlara bıraktı.
Ezici çoğunluğunun kendi etnik grup üyeleriyle evlendiği Etiyopyalılar ülke ortalamasının altında bir refah seviyesine sahip. Özellikle işsizlik oranlarına da yansıyan, toplumun diğer kesimleriyle aralarındaki çarpıcı fark uyum sorununun düşünülenden daha derin olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Dünyanın farklı noktalarında gözlemlenebilen farklı etnik kimliklere sahip grupların toplumun başat unsurlarıyla yaşadığı gerilimin izleri İsrail özelinde de vuku buluyor. Son olarak 2019’da İsrail’de bir Etiyopyalı gencin polis tarafından vurularak öldürülmesi protesto dalgalarına yol açmış, maruz kalınan ayrımcılık teması ön planda tutulmuştu. İsrail de anti-Siyonist kesim için Etiyopya kökenlilerin Yahudiliği hala tartışma konusudur.
Falaşaların Kutsal Kitaba gösterdikleri bağlılıklara karşılık Talmud’u inkar edip onun merkezinde şekillenen medeni kanun, töre ve diğer sözlü kurallardan kopuk bir hayat yaşamaları İsrail toplumuyla aralarındaki farkı keskin kılmaktadır. Yahudi şeriatının temel kaidelerine inanç sistemlerinde yer vermemeleri bazı gündelik rutinlerde İsrail toplumunun diğer kesimleriyle derin farkların ortaya çıkmasına sebeb olmaktadır. Evlenme, doğum, cenaze gibi durumlarda uygulama farkları gözlemlenmektedir.
Konuyu daha da karışık hale getiren bir başka boyutu da yıllar içinde hissettikleri güvenlik sıkıntıları sebebiyle din değiştiren Yahudi asıllı Etiyopyalılar. Hristiyanlığa geçmiş olan Beyt-i İsrail üyelerine de “Falaş Mura” adı veriliyor. Bu kesimin misyoner faaliyetler neticesinde zorunlu olarak din değiştirmeye mecbur edildikleri, bundan dolayı İsrail’e dönüş hakkına sahip oldukları savunulan bir argüman.
Falaş Mura’ların Yahudi anlayışlarındaki konumu da hayli tartışmalı. İsrail cephesinde resmi olarak, topluluğun Yahudi olduğu konusunda net bir mutabakat bulunmuyor. Olayı daha da ilginç hale getiren bir başka boyutta İsrail’de bulunan Falaşaların bir kısmının da Falaş Mura’ların Yahudiliğinden emin olmamaları ve geri dönmeleri noktasında çekimser kalmaları. Nitekim Falaş Mura’lar geri dönüş aşamasında İsrail topraklarına vardıklarında bile bazı Yahudi pratiklerini ihtiva eden bir işlem aşamasından geçmeleri gerekiyor. Kendi atalarının bir dönem (baskı altında bile olsa) Hristiyanlığı benimsemiş olmaları, töhmet altında kalmalarına neden oluyor.
İsrail, 2015’de ilan ettiği Etiyopya topraklarında kalan Falaş Mura’ları getirme planı esasında 10 bin kişiyi kapsıyordu. İsrail 2020’nin ekim ayında ayında 2 bin kişinin vatan topraklarına getirilme planının onaylandığını duyurmuştu. Sayının topluluğun tamamını değil 2 bin kişiyi (yaklaşık olarak 5’de birine tekabül ediyor) kapsamasının gerekçesi olarak bütçe noktasında yaşanan sıkıntılar öne sürüldü. Daha önceki taahhütün yerine getirilmemesi Falaş Mura toplumu ve temsilcileri tarafından hayal kırıklığıyla karşılandı. Son olarak 2020’de bir kısmı getirilse de geride Etiyopya’da yaşayan 8 bin civarında Falaş Mura yaşıyor. Beklentiler açıklanan takvim neticesinde kısa vadede (birkaç yıllık bir tahliye programı çekilmiş durumda) İsrail sınırlarına ulaşmalarının sağlanması yönünde.
Temelde bir göçmen ülkesi olan İsrail’e kuruluşundan itibaren dünyanın birçok farklı noktasından kendine özgü kültürel kodlara sahip gruplar yerleştirildi. Etiyopyalı Yahudiler örneğinde, ten renginin daha farklı olmasından mülhem oluşacak potansiyel ırkçılık- yabancılaşma tutumlarıyla muhattap olunmalarının da ötesinde bazı sıkıntılar bulunuyor. Bu noktada Afrika kültürünü yüzyıllarca yaşamış bir topluluğun örflerinin Yahudi inancıyla tam örtüşmemesinin, her daim asimilasyonu/ entegrasyonu zorlaştıracak faktörlerin başında gelecektir.
Falaşaların İsrail toplumundan temel beklentileri belli periyotlarda su yüzüne çıkan ayrımcı uygulamaların sona ermesi ve eğitim başta olmak üzere fırsat eşitliği konusundaki şartlarının daha iyileştirilmesi. Etiyopyalı Yahudiler için bu dezavantajı daha da talihsiz kılan unsursa ten renkleri-etnik kimlikleri ve dini inançlarının ortak bir zeminde baskın unsur olduğu bir bölgenin yeryüzünde var olmaması.
KARACA, Emre (1990, Bursa) Lisans eğitimini 2016 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlamıştır. 2018 yılındaysa Exeter Üniversitesi’nde Politics and International Relations of the Middle East Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Medya sektöründe çalışıyor.