Dünya siyasetinin ana ekseninde önemli bir kaymaya neden olan İkinci Dünya Savaşı sonunda faşizm def edilmiş, güç dengesi uluslararası sistemdeki geleneksel Avrupalı aktörlerin dışında sayılan Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin başını çektiği iki yeni bloğa kaymıştı. Fakat geleneksel güç dengesinin dağılıp, faşizmin def edilmiş olması, gücün ABD ve SSCB’ye kaymasının ötesinde bir anlam taşımaktaydı. Bu iki güç arasında kökünü Batı düşüncesinden alan kapitalizm ve komünizm düşüncelerinden hangisinin bundan sonra modernitenin itici gücü olacağının belirleneceği bir ideolojik mücadele gerçekleşecekti.
1946 yılının şubat ayında gerçekleştirmiş olduğu doktrinsel konuşmasından anlaşılacağı üzere İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ile birlikte faşizme karşı mücadele eden fakat daha sonra 20.yüzyılın en zalim diktatörü (Service, 2005) olarak anılacak sevimli ‘Uncle Joe’ya göre ‘İkinci Dünya Savaşı modern tekelci kapitalizm üzerine kurulan dünyadaki ekonomik gelişme ve politik güçlerin kaçınılmaz bir sonucuydu’ (Stalin, 1946). Ayrıca Stalin’e göre kapitalizm ve komünizm asla bir arada yaşayamazdı. Stalin’in bu konuşması kapitalist Washington’da tehlike çanlarının çalmasına neden olmuştu. Bu yüzden de Dışişleri Bakanı James Byrnes Stalin’in konuşması üzerine Moskova’daki elçilikten acilen bu konu hakkında bir analiz istemişti (Menand, 2019a). Büyükelçi Averell Harriman’ın elçilik süresinin bitmesi nedeniyle bu iş maslahatgüzar George Kennan’a düşmüştü.
Bundan öncede SSCB hakkındaki düşüncelerini açık yüreklilikle merkeze göndermiş olduğu raporlarda dile getirmiş olsa da bu rapor Kennan için Sovyet yayılmacılığının ne kadar tehlikeli olduğunu göstermek açısından oldukça önemli bir fırsattı. Raporu yazdığı sırada Kennan her ne kadar hasta olsada, eline geçen bu fırsatı kaçırmamıştı. Tarihe ‘The Long Telegram’ olarak geçen ABD Dışişleri Bakanlığı tarihinin en uzun raporunu merkeze göndermiş olan Kennan bu raporu sayesinde Soğuk Savaş’ın ana çerçevesini çizecek Amerikan grand stratejisi olan ‘çevreleme politikası’nın da temellerini oluşturmuştu. Kennan’a göre de kapitalizm ve komünizm birbiriyle uyuşması beklenemeyecek iki farklı ideolojiydi. Buz yüzden de Stalin’in bu düşünceleri garip karşılanmamalıydı. Ayrıca Kennan’a göre tehlike olarak algılanması gereken komünizmden daha çok SSCB’nin davranışlarıydı. Çünkü Sovyet dış politikası her zaman dış tehlike kaygısıyla şekillendirilmekteydi. Marksizm SSCB için kendi güvenlik kaygılarını ve paranoyalarını kapatacağı bir incir yaprağı görevi görmekteydi. Bunlara ek olarak ise İkinci Dünya Savaşı sırasındaki faşizme karşı gerçekleştirilen ortak mücadele kısa süreliğine yapılmış geçici bir anlaşmaydı—modus vivendi—ve SSCB doğası gereği her zaman Batı’nın altını oymak için elinden geleni ardına koymayacaktı (Menand, 2019a).
Mr. X ve Soğuk Savaş
Kennan’ın yazmış olduğu rapor gizliliği gereği sadece belli isimlere ulaşmış ve etki alanı sınırlı kalmıştı. Fakat Mr. X tarafından 1947 yılı haziran ayında Foreign Affairs dergisi için kaleme alınmış olan ‘‘The Sources of Soviet Conduct’’ (Kennan, 2019) başlıklı makale SSCB tehlikesi noktasında siyaset, medya ve akademi çevrelerinde ne olup bittiği hakkında önemli sorular akla getirmişti. Birçok isim tarafından bu yüzden Soğuk Savaş’ın en önemli habercilerinden birisiydi. Mr. X’in düşünceleri Kennan’ın düşüncelerinden farklı olmayıp hatta birçok yönü ile Kennan’ın Dışişleri Bakanlığına göndermiş olduğu raporun bir benzeri olma özelliğini taşıyordu. Mr. X’ e göre (Kennan, 2019) ABD’nin agresif ‘SSCB’ye karşı izleyeceği politikanın ana unsuru uzun vadeli, sabırlı fakat sert ve dikkatli bir şekilde SSCB’nın genişleme eğilimlerinin çevrelenmesi olmalıydı’. Nerede bir Sovyet yayılmacılığı var ise ABD oraya müdahale etmeli ve SSCB’nin kendi bölgesinin dışına çıkmasına engel olmalıydı. Mr. X’in önerileri aslında Kennan tarafından isimlendirilen ve Ronald Reagan dönemine kadar takip edilen çevreleme politikasının bizzat kendisiydi.
O dönemde her ne kadar bu gerçek bazı Dışişleri Bakanlığı üyeleri dışında kimse tarafından bilinmiyor olsa da Mr. X, o sıralarda Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Personel Müdürü olarak görev yapan The Long Telegram’ın yazarı George Kennan’ın bizzat kendisiydi. Kennan aktif görevi nedeniyle makalesinin Mr. X takma adı ile kaleme almış ve kaleme alınan bu makale Soğuk Savaş sürecini başlatan en önemli eserlerden biri olarak görülmüştü (State Department, 2019).
Liberal Dünyanın Kapıları Aralanıyor
Mikhail Gobaçov 1988’de Birleşmiş Milletler toplantısı sırasında gerçekleştirdiği konuşmasında artık Sovyetlerin Doğu Avrupa’da bulunan uydu devletlerin iç işlerine karışmayacağını ifade etmişti. Gorbaçov’un konuşması bu devletlerin demokratikleşmesine ve liberal dünyaya uyum sağlamasına giden yolu açmıştı. Bu konuşma Soğuk Savaş’ın artık bittiğinin ve dünyanın yeni bir politik düzene gebe olduğunun göstergesiydi.
Uluslararası sistemdeki ağırlığı ile çift-kutuplu dünyadaki kutuplardan birisi olan SSCB’nin güç mücadelesinde havlu attığının ilk sinyallerinin görülmesi Sovyetler üzerine çalışan birçok akademisyen, uzman ve siyasinin aklına bundan sonra ne olacağı sorusunu getirmişti. Muhakkaktır bu süreçte en çok konuşulan isimlerden birisi daha önce Kennan’ında başkanlık ettiği Politika Planlama biriminde William J. Burn, Gilford John Ikenberry gibi etkileyici isimler ile birlikte 1980li yıllarda çalışan Francis Fukuyama’dır. 1989’da Chicago’da gerçekleştirmiş olduğu konuşmasından sonra The National Interest’in editörü Owen Harris isteği üzerine Fukuyama kaleme almış olduğu “The End of History?” başlıklı makalesinde daha Soğuk Savaş bitmeden liberalizmin kendisine alternatif olan tek rakibini de artık ortadan kaldırdığını dile getirmişti. Hegelyan bir bakış açısı ile bakan Fukuyama’ya göre tarihin sonu gelmişti ve liberal değerler—temsili hükümet, serbest piyasalar ve tüketici kültürü—artık zaferini ilan etmişti (Menand, 2019b). Faşizmle mücadelede kendini ispat etmiş olan ABD uzun ve yıpratıcı Soğuk Savaş’ın ardından SSCB’yi tarihe gömmüş, Stalin’in dediği gibi komünizm ve kapitalizmin bir arada yaşayamayacağını herkese göstermişti. Hatta Fukuyama’ya göre kendisini komünist olarak adlandıran Çin gibi ülkelerde bile siyasi ve ekonomik reformlar liberal yönde gelişiyordu ve böyle olmaya devam edecekti (Menand, 2019b). Fukuyama buraya kadar iyimser düşünceleri hakkında haklı görünüyordu. Hatta Fukuyama’nın tezlerini dile getirmesinden kısa bir süre sonra Sovyetlerin çöküşü Fukuyama’nın ününe ün katmıştı.
Liberal Uluslararası Düzen Parçalanıyor
Fukuyama’nın iyimser fikirlerinin tarihin durmak bilmez çarkları arasında ezilmeye mahkûm olduğunu ilerleyen süreç gösterdi. Çünkü Mearsheimer’ın Bound to Fail: The Rise and Fall of the Liberal International Order başlıklı son makalesinde dile getirmiş olduğu gibi tek kutuplu dünyanın bir ürünü olan Fukuyama’nın övgüler dizdiği liberal uluslararası düzen zaten baştan kusurluydu (Mearsheimer, 2019). Çünkü Soğuk Savaş’ın bitişi ardından her ne kadar ABD tek kutuplu uluslararası sistemde tek kutup olarak bir başına kalsa da ilerleyen dönemin gösterdiği gibi kısa sürecek tek kutupluluk kendi içerisinde çok kutuplu bir dünyanın tohumlarını saklamaktaydı.
Çok kutupluluğa evirilen süreçte uluslararası sistemin kaderi artık ABD’nin görece fazla olan gücü ile değil alttan gelen diğer aktörlerin görece az fakat her geçen gün daha fazla hissedilen gücü tarafından belirlenecekti. Bu noktada da en belirleyici aktör yaklaşık 1,4 milyar nüfusu ile dünya nüfusunun %18,5 kısmına sahip olan ve Fukuyama’nın liberal bir yönde ilerlediğini iddia ettiği Çin olacaktı. Fukuyama’yı haklı gibi gösteren aslında Çin’in Deng Xiaoping ile başlayıp Sovyet tarzı ekonomik politikaları terk edip ekonomisini liberal değerler doğrultusunda yeniden düzenlemesiydi(Morrison, 2019, s.5). ABD’li karar alıcıların ısrarları üzerine 2001 yılında Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması ise bu noktada bir diğer önemli adımdı. Fakat Çin’in liberal değerleri parçalı olarak özümsemesinin liberalizmin zaferi olarak görülmesi zaten kendi başına bir kusurdu. İlerleyen süreçte Çin’in bu adımlarının sistemdeki faydalardan yararlanabilmenin bir yolu olarak gördüğü daha aşikâr bir biçimde ortaya çıkmaya başladı.
Trump dönemi Amerikan dış politikasının görünüşünden de anlaşılacağı üzere ABD’nin başını çektiği liberal kurumlar üzerine kurulu olan ‘liberal uluslararası düzen’ artık parçalanıyor. Bu aslında sistemde azalan Amerikan gücünün de bir göstergesidir. Çünkü ABD’nin kurmuş olduğu uluslararası sistemin dağılıyor olmasının en önemli göstergesi küçük devletlerin bu sisteme itaat etmemelerinin ötesinde, büyük güçlerin bu sisteme uyum sağlamayı artık ret etmelerinden anlaşılmaktadır. Bunun farkında olan ABD’li karar alıcılar dahi uzun süre kendi çıkarlarına hizmet etmiş bu liberal uluslararası sistemin dağılmasını sessiz bir şekilde izliyorlar. Bu yüzden içinden geçmiş olduğumuz bu süreci araf dönemi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Yükselen çok kutupluluğa paralel olarak uluslararası sistemde güç siyaseti artık daha fazla hissediliyor. Devletler kendi güçleri oranında devlet davranışlarını bu araf dönemine ve bu döneminden sonra gelecek yeni döneme göre şekillendiriyorlar. Artık liberal değerlerin her geçen gün daha da hırpalandığı, devletlerin daha korumacı politika izlemeye başladığı, milliyetçiliğin liberal değerleri sallayıp her geçen gün daha fazla yükseldiği bir dünyada yaşıyoruz.
ABD-Çin İkilemi
Böyle bir dönemde Fukuyama’nın iddia ettiği gibi Çin’in liberal değerleri özümseyici tavırların tarihin sonunun geldiği için mi yoksa bu düzenin Çin’e fayda sağladığı için mi olduğu hala birçok uzman tarafından tartışılmaktadır. Fakat birçoklarının üzerinde fikir birliği yaptığı gibi Çin liberal değerleri kendisine ABD ile olan güç mücadelesinde ekonomik gücünü artırıcı bir kalkan olarak kullanmıştır. Sun Tzu’nun fikirleri doğrultusunda Çin güç dengesinin kendisinin karşısında olduğunun farkında olarak uzun süre ‘taoguangyanghui’ kavramı ile ifade edilen düşük profil politikası izlemiştir (Wolf, 2014). Fakat bu günlerde Çin’in düşük profil politikasını terk etmeye başladığı görülmektedir.
Her ne kadar Çin’in revizyonist bir güç olup olmadığı oldukça tartışmalı (Schweller & Xiaoyu, 2011) olsa da muhtemeldir ki şu anki sistem Çin’e rakibi olan ABD karşısında fayda sağladığı sürece Çin sistem içerisinde kalmaktan vazgeçmeyecektir. Fakat Van Evera’nın ‘windows teorisi’ sinde (Evera, 1999) dile getirdiği gibi Çin’in uluslararası sistemde revizyonist bir politika izleyebileceği fırsat alanı değişen güç dengesine paralel olarak her geçen gün daha da artmaktadır. Her ne kadar ABD merkezli bir bakış açısı olsa ve ana akımın dışına çıkmasa da Çin’in ilerleyen dönemde kendi sistemini kurmak isteyip, Amerikan hegemonyasına karşı mücadele etmeyeceğinin bir garantisi yoktur.
Böyle bir mücadeleyi kazanabilir mi şu an bunu söylemek için çok erken ama Michael Beckley’in Unrivaled: Why America Will Remain the World’s Sole Superpower (2018) adlı eserinde göstermiş olduğu açıdan bakacak olursak her ne kadar Çin önemli bir gelişme süreci yaşamış olsa da böyle bir mücadelede şu an için ABD karşısında kaybetmeye mahkûm gibi görünmektedir. Bu noktada kafa yoran sadece Beckley olmayıp, doğası gereği ABD ve Çin arasındaki birbirine geçmiş ilişkiler sistemi ve bu sürecin uluslararası sistemi nereye götüreceği konusu bugünlerde uluslararası ilişkiler dünyasını oldukça meşgul etmektedir. Graham Allison (2017) Çin ile ABD’nin zamanında Sparta ve Atina’nın yakalandığı tuzağa yakalanıp yakalanmayacakları merak ederken, Mearsheimer (2014) Çin’in ABD karşısında bu yükselişinin barışçıl olup olmayacağı sorgulamaktadır. Fareed Zakaria (2019) liberal olmayan baskıcı politikalar izleyen Çin’den korkulmaması gerektiğini dile getirirken, Kissinger (Chandler & Elegant 2019) ABD ile Çin’in yeni bir soğuk savaşın eşiğinde olduğunu dile getirmektedir.
Bütün bu sorulardan ve iddialardan anlaşılan dünyanın yeni bir güç kaymasının eşiğinde olduğudur. Çin bugüne kadar kendini uluslararası sistemden mümkün olduğunca yalıtıp, ekonomik büyümeyi sağlamaya odaklanmıştır. Her defasında Çinli karar alıcılar bu ekonomik büyümenin yayılmacı bir amacı olmadığını dile getirseler de Realizme giriş dersinde birçok öğrencinin öğrenmiş olduğu gibi devletlerin niyetleri liderlerin veya üst düzey görevlilerin sözlerinden anlaşılamaz. Çin’in ilerleyen dönemde bu ekonomik gücünü silahlı bir güce çevirip, sonrasında ise bölgedeki Amerikan hegemonyasına son vermek istemeyeceğinin, hatta yayılmacı politikalar izlemeyeceğinin bir garantisi yoktur. Hatta Çin’in artan askeri kapasitesi dikkate alındığında Çin’in bu ekonomik gücü daha bugünden askeri güce çevirmeye başladığı görülmektedir. 2014 yılından 2018 yılının nisan ayına kadar geçen sürede tonaj olarak Çin bütün Japon donanmasının toplamından daha fazla, Güney Kore ve Tayvan donanmalarının ise ikişer katından daha fazla savaş gemisini suya indirmiştir. Bunlara ek olarak ise Çin Komünist Partisi’nin yönetimindeki Çin’in ekonomik büyüme temelli otokrat sistemi bugünlerde birçok dünya lideri tarafından dikkatle takip edilmekte ve benimsenmektedir.
Bütün bunlar ortada iken Çin’i sadece ekonomik büyümeye talip olan uluslararası sistemin barış meleği ya da komünist parti altında olmasına rağmen liberal dünyaya kendini eklemlemiş, tarihin sonuna doğru akan liberalizm nehrine uyum sağlayan bir aktör olarak göstermek ABD açısından fazla iyimser olacaktır. Uluslararası sistemin anarşik olduğu ve bütün devletlerin kendilerini koruma iç güdüleri ile daha fazla güç biriktirmek için çeşitli politikalar izlemeye çalıştıkları gerçeği göz önünde bulundurulunca Çin’in kendi çıkarlarını korumak için uluslararası sistemdeki bütün açıklardan yararlanmaya devam edeceği açıkça görülecektir. Tarih akıyor ve güncel gelişmelere bakınca Çin’in gerçek niyetlerinin ortaya çıkacağı günün çokta uzakta olduğu söylenemez. Obama’nın ‘Pivot to Asia’ politikasından da anlaşılacağı üzere bir zamanlar Mr. X’in makalesi ile ABD’nin hedef tahtasına oturan Sovyetler gibi Çin’de her geçen gün daha fazla Amerikalı karar alçıların radarına girmektedir. Her ne kadar Trump artan Çin tehlikesine karşı gerekli önlemleri almaya çalışıyor olsa da ABD kamuoyunda Çin konusunda hala kafa karışıklıkları devam etmektedir. Fakat bir zamanlar Stalin’i Uncle Joe olarak gören, ona övgüler dizenlerin ilerleyen dönemde Stalin için yüzyılın en zalim lideri olarak gösterdikleri hatırlanınca, bugün Çin’in barışçıl faaliyetler içinde bulunduğunu iddia edenlerin yarın Çin için neler diyecekleri hala şüphelidir. Fakat güncel olayların seyri takip edildiğinde görüleceği gibi ABD kamuoyunda Çin konusundaki kafa karışıklıklarını giderecek yeni bir Mr. X’in ortaya çıkması çok uzun zaman almayacaktır. Belki de bu sefer başka bir sürpriz ile karşılaşacağız. Mr. X düşünülenin aksine Amerika’dan değil Çin’de çıkacak ve Çin, Van Evera’nın dile getirdiği gibi açılan pencereleri fırsata çevirip ABD hegemonyasına farklı araçlarla son vermenin yollarını arayacaktır. Yirmi birinci yüzyılın Mr. X’inin kim olacağı, nereden çıkacağı ve ne gibi politikalar önereceği hala belirsiz olsa da yakında ortaya çıkacak olduğu muhtemeldir.
Bu yazı Ebuzer Demirci tarafından Türkiye Notları dergisinin dokuzuncu sayısı için kaleme alınmıştır.
- Stalin, J. V. (1946, February 9). Origin and Character of the Second World War. Retrieved December 17, 2019, from https://www.marxists.org/reference/archive/stalin/works/1946/02/09.htm.
- Service, R. (2005). Stalin: A biography. Cambridge, Mass.: Belknap Press of Harvard University Press.
- Menand, L. (2019a, May 22). George F. Kennan’s Cold War. Retrieved December 17, 2019, from https://www.newyorker.com/magazine/2011/11/14/getting-real.
- Kennan, G. F. (2019, June 5). The Sources of Soviet Conduct. Retrieved December 17, 2019, from https://www.foreignaffairs.com/articles/russian-federation/1947-07-01/sources-soviet-conduct.
- State Department. (2019). George Kennan and Containment. Retrieved December 17, 2019, from https://history.state.gov/departmenthistory/short-history/kennan.
- Menand, L. (2019b, July 9). Francis Fukuyama Postpones the End of History. Retrieved December 17, 2019, from https://www.newyorker.com/magazine/2018/09/03/francis-fukuyama-postpones-the-end-of-history.
- Morrison, W. M. (2019, June 25) China’s Economic Rise: History, Trends, Challenges, and Implications for the United States (RL33534). https://fas.org/sgp/crs/row/RL33534.pdf
- Wolf, D. (2014, September 1). Understanding “Tao Guang Yang Hui”. Retrieved from https://pekingreview.com/2014/09/02/understanding-tao-guang-yang-hui/.
- Schweller, Randall L., & Xiaoyu Pu. (2011). After unipolarity: China’s visions of international order in an era of U.S. decline. International Security, 36(1)
- Allison, G. (2017). Destined for war: Can America and China escape Thucydides’s trap?
- Zakaria, F. (2019, December 14). The New China Scare. Retrieved December 17, 2019, from https://www.foreignaffairs.com/articles/china/2019-12-06/new-china-scare.
- Van Evera, S., (1999). Causes of War: Power and the Roots of Conflict. Ithaca. Cornell University Press.
- Mearsheimer, J.J. (2014a). The Tragedy of Great Power Politics (Updated ed.).
- Chandler, C., & Elegant, N. X. (2019, November 23). Kissinger’s Warning: U.S.-China ‘in the Foothills’ of an Escalating Cold War. Retrieved November 25, 2019, from https://fortune.com/2019/11/23/kissingers-warning-u-s-and-china-in-the-foothills-of-an-escalating-cold-war/.
- Beckley, M. (2018). Unrivaled: Why America Will Remain the World’s Sole Superpower, Cornell University Press.
- Mearsheimer, J. (2019). Bound to Fail: The Rise and Fall of the Liberal International Order. International Security, 43(4), 7-50.