Türkiye Notları

Fikir Tarih Kültür

Onur Bayrak TN AKTÜEL Türk Düşüncesi

“Beyaz Dokusunda Bu Saf Rüyanın”

Ortaokula ilk başladığım seneden, bende iz bırakmış bir anım geliyor aklıma. Türkçe Hocamız, Orhan Veli’nin meşhur İstanbul Türküsü şiirini okuduktan sonra tahtaya bu şiirden “İstanbul’un orta yeri sinema” dizesini yazmış ve bu ifadeden ne anladığımızla ilgili bir metin yazmamızı istemişti. Şu ân ne düşündüğümü ve bu dizeyi nasıl yorumladığımı hatırlamıyorum. Ancak Hocamızın daha sonra bu dizeyi açıklamasını ve bu açıklamayı tek bir çıkarım üzerinden ve kesin ifadelerle değil de, şairin anlatmak isteyebileceği duyguyu çeşitli ihtimaller ve çağrışımlar üzerinden aktarmayı tercih etmesini unutamıyorum. Orhan Veli ile böyle tanıştım işte. Sanırım orta sonda, bu defa da “İstanbul’u Dinliyorum” şiirini okuduk. İki şiirin birbirine benzemediğini hissetmiştim ama bu farklılığın kaynağının ne olduğunu anlamamıştım.

Liseye başladığımda Attilâ İlhan şiiriyle tanıştım. Lise ders kitabında “Ben Sana Mecburum” vardı, ama ilerleyen sayfalardaydı bu meşhur şiir. Arada o sayfaya geçip şiiri okurdum. Hatta giderek ezberledim de. Ezberim çok zayıf olmasına rağmen “Ben Sana Mecburum” hâlâ iyi kötü hafızamdadır. Sonraki yıllarda Edip Cansever ve İsmet Özel’le tanıştım ki şiirle asıl “çarpışmam” ve sonrasında bir gücün beni o tarz metinler yazmaya zorlaması da böyle gerçekleşti.

Cansever’in Phoenix şiirini okuduğum ilk gün çok sevmiştim ki bu sevgim devam da etmekte. Ama ilk okuduğumdan beri bu şiirin son iki dizesi, bütününe bakınca biraz ters gelir bana (“Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum / Yeniden doğmak için çıkardığım yangından”). Sanki o ritim ve duygu bozulur gibi hissederim. İsmet Özel’i ise liseden üniversiteye geçtiğim yaz okudum ilk defa. Özel’in şiirle “çarpışma” evresindeki her genç gibi beni de oldukça etkilediğini söylemem gerekiyor. Özellikle de Erbain’e göre tasnif edecek olursam 1971 yılından itibaren yazdığı şiirler. Öncesindeki bazı şiirlerinde (ilk aklıma gelen Kalk Düğüne Gidelim) sahicilik bakımından beni rahatsız eden bir şeyler var.  

Nasıl tanıştığımı özel olarak hatırladığım bir şair de Ergin Günçe. Bir arkadaşım kitabını vermişti, bütün şiirlerini. Aynı günlerde ilginç bir tesadüf olarak Osman Konuk’un Hece Yayınları’ndan çıkan Tehlikeli Belki‘sinde bir şiirde de gördüm Ergin Günçe’yi. Ankara’dan İstanbul’a trenle gittiğim bir gece (Fatih Ekspresi vardı o dönem, Ankara-Haydarpaşa arası geceleri karşılıklı çalışırdı) trende okudum ilk defa Türkiye Kadar Bir Çiçek’i. Pek çok şiiri sevdim. Bir tanesi, oldukça kolay dağılan kitaptan sökülüp çerçeveli olarak odamda duracak kadar hem de. Anmışken, o dönem okurken çok sevdiğim ve de şiir dünyasında ses de getiren Osman Konuk şiirini bugün okuyunca eskimiş buluyorum. Bende bir iz bırakmadı Konuk şiiri. Bugün yeniden bakınca güzel şiirleri ilk şiirleri hâlâ, bana göre.

Aynı zamanda Dergâh‘ta ilk şiirlerimin de yayımlandığı üniversite yıllarım boyunca, bir şekilde haberdar olduğum tüm şairleri okurdum. O dönem çok sevdiğim kimi şairi veya herhangi bir şiirini bugün o kadar da sevmediğimi, o dönem bende iz bırakmayan bazı şairlerin veya şiirlerin önemini ise sonradan anladığımı farkediyorum. Örneğin Oktay Rıfat’ı o yıllarımda hakkıyla okuyamadığımı düşünürüm hep. Keza Dıranas’ı da. Bugün ikisini de şiirimizin dorukları olarak görüyorum. Dıranas’ın incecik Bütün Şiirleri modern Türk Şiirinin en güzel şiiri Kar’ı içeriyor. Buna inanıyorum. Sinop’ta, ormanlar içindeki uykusunda huzur içinde olduğuna emin olduğum, dünyanın en güzel isimli büyük şairi Ahmet Muhip Dıranas’ı da sevgiyle anıyorum bu değini vesilesiyle.