Türkiye Notları

Fikir Tarih Kültür

M. Safa Karataş TN AKTÜEL Türk Düşüncesi

Yeniden ve Hep “Suçlular Aramızda”

Bir film başladığında zihnimiz genişlemeye başlar. Gördüklerimizi hafızamızda tasniflemeye başlarız. Her görüntü bizde çağrışımlar yaratır. Bir adam belirince onun kim olduğunu merak ederiz. Kadının yürüyüşünden bir anlam çıkarmaya çalışırız. Hareketle devam eden müzik bize tüyolar verse de ne zaman müziğin hızlanacağını hayal ederiz. Kısacası ekranda beliren ilk kareden itibaren bir film bizi düşünmeye sevk eder. Yapılan filmin felsefesi bizi meşgul eder ve filmin sonunda, entelektüel bir içerikle vücuda getirilmişse film, dimağımızdaki soruları ve çağrışımları felsefi analizle bir sonuca vardırabiliriz. 

Mubi platformunun güzelliklerinden biri Türk Sinemasının önemli örneklerini gündeme getirmesi. Platformda çok övülen, abartılan ve fakat vasat (overrated) filmler mubisever/överlerce çok konuşuluyor. Bununla birlikte site özellikle kıyıda köşede kalmış kıymetli yapımlara ve üzerinde zamanın tozu bulunan cevherlere işaret etmeye devam ediyor. İş bu yazı da sinemaya gelmiş bir klasiğin verdiği heyecan üzredir. Ülkemizde değişmeyen şeyleri bir kez daha görmek bizi kahretse de. 

Metin Erksan’ın 1964 yapımı Suçlular Aramızda filmi de açılış sahnesinden son sahneye kadar izleyiciyi uyanık tutan, sorular sorduran ve entelektüel bir içerikle tamamlanmış bir film. Filmi izlerken ister istemez güç, para ve bunların altında yer alan hegemonya, praksis, değerler, meta, ekonomi politik gibi terimler zihnimizde dolaşıyor. 

Suçlular Aramızda, aslında tarihsel bir vakanın temsillerini de barındırır içinde. Kısa bir araştırma yaptığımızda aslında İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın gelişmekte olan ülkeler için ayrılmış fonların mevcudiyetini görebiliriz. Filmde de bu yardımlarla ve yardımların yasadışı kullanımları sayesinde kompradorvari bir zengin olan Halis Bey’le karşılaşırız. Halis, Karadeniz aksanıyla konuşan bir “gemici”dir. Kendini öven ve sürekli çok çalışmasının karşılığını aldığını dillendiren bir “sonradan görme” zengindir. Halis’in zenginliğini ve karakter özelliklerini hemen filmin başında yer alan iki sahnede fark edebiliyoruz.

Görsel 1: Hırsızın fotoğrafla karşılaşması. 

Görsel 2: Halis’in oğlu ve geliniyle birlikte kendi fotoğrafının önünde durması.

Film, Halis üzerinden öncelikle bize güç, iktidar ve hegemonya gibi kavramları düşündürüyor. Hegemonya, aktif bir egemenlik kurma sürecinden çok, ast sınıfın kültür ve deneyimlerinin etik, politik ve ekonomik olarak baskın sınıf tarafından aktif biçimde yapılandırılmasıdır. Baskın kültür, ast grupların yaşama ve kendi kültürel sistem ve deneyimlerini anlamlandırma yollarını çerçeveleme yetisine sahiptir; başka bir ifadeyle, baskın kültür, referans terimleri (örn, görüntüleri hayaller, hikâyeler ve idealler) sağlayarak hem baskın hem de ast gruplar için hayal ve arzular üretebilir ve tüm bu olanlara karşı, bireylerin kendi yaşamlarını yaşamaları beklenir. Özellikle film ilerledikçe sosyal sınıfları. Zenginleri ve fakirleri ve bu iki grup arasındaki ilişkileri daha net biçimde görebileceğiz. Filmin zamansızlığı hem Halis hem de diğer sinematik tiplerle hissedilecektir.  

Suçlular Aramızda, Halis’in gelini Demet’e düğünde hediye ettiği ‘çok değerli’ kolyenin iki hırsız tarafından çalınması ile başlar. Bu kolyenin sahte olduğunu anlayan hırsızlar, zengin ailenin bu rezaletini yüzlerine vurmak için Halis’i ararlar; lakin telefonu Halis’in oğlu Mümtaz cevaplar ve bu durumu bir şantaj olarak algılayıp, aile şerefine leke sürdürmemek adına Mümtaz hırsızlara para teklif eder. Bu telefonla birlikte sarmal başlar. Aslında hiç akıllarında yokken hırsızlar para isterler. Sahte kolye bu andan itibaren cinayeti, aldatmaları, aşkları, adalet kavramını, güçleri, sosyal sınıfları bizlere düşündürmeye başlar müthiş kurgusuyla. 

Bu noktada kolyeye ve onun görünen ve görünmeyen değerine bakmak için değer, kullanım değeri, değişim değeri gibi kavramları açıklamaya ve bu terimlerin önemli düşünürler tarafından nasıl aktarıldığına değinceğiz. 

Görsel 3: Çalınan kolye.  

Görsel 4: Kolyeyi metresin sergilemesi.

                                     

Sahte kolye, 50’li yılların bu yeni zenginlerini ifade eder. Halis Bey filmin en başında verdiği yemekte kendini öve öve bitiremezken; az gelişmiş ülkelere yapılan yardım programlarından yararlanıp sahip olduğu tek takayı iki yaptığını, gece gündüz çalıştığını, nefsine hep hâkim olup para biriktirdiğini ve bugün 10. gemiciğine sahip olduğunu anlatarak zenginliğini kutsar. Yalnızca bu sözlere bakılsa Halis Bey’in çalışkanlığı ve azmine şapka çıkarmak gerekir ama daha o bunları söylerken masadaki davetliler arasında bulunanlar onun nasıl kirli işlere bulaştığını ve karanlık bir şekilde zengin olduğunu fısıldaşıp dururlar. Halis Bey’in övündüğü kahramanlığı, gelinine hediye ettiği kolye gibi sahtedir.

Bu sahte kolye üzerinden meta ve değer kısmına geçecek olursak, metalar pazara değişim değeri için sürülen kullanım değeri olan mallardır. Aristo’ya göre bir diğeriyle değiştirilen şeyler esas itibariyle ortak bir ölçü ile ölçülebilir şeyler olmakla beraber, bunların birbirleriyle değiştirilebilmeleri için yine de bir şekilde bir diğeriyle mukayese edilebilir olmaları gerekir. Aristo’nun daha sonraki değer teorilerine yön veren değerle ilgili bir gözlemi de şudur: “Sahip bulunduğumuz her şeyin iki türlü kullanımı söz konusudur… Örneğin, bir [çift] ayakkabı giymek için kullanılır ve değişim amacıyla kullanılır; bunların ikisi de [aynı bir çift] ayakkabının kullanımlarıdır.” Aristo, bunlara ilâve olarak, değişim olayının toplumu bir arada tutan karşılıklı talebe dayandığını belirtir.

Suçlular Aramızda’da toplumun düşük sınıfından olan hırsızların sahte kolye ile hayatlarını değiştirme planları aynı zamanda sosyetede önemli bir statü kıymetini tüm bunlarla birlikte metrese hediye edilen ve aşk ilişkisi kuvvetlendiren bir meta olarak da karşımıza çıkıyor.

Film ilerlerken Mümtaz karakterine ve onun güç ile ilişkilerine daha çok kafa yormaya başlıyoruz. Kolye meselesi ile şantaja maruz kalan (kendi yönlendirmesiyle) Mümtaz, babasından para alır. Hırsızlarla buluştuğunda ise birini öldürüp para ve kolyeyle kaçar. Diğer hırsız, Halil, ise olayları Mümtaz korkmasın iki kişiden diye, uzaktan izlemekte ve bütün olaylara şahit olmaktadır. Halil, öldürülen arkadaşının yoksul ailesi için Mümtaz’dan yardım ister. Bu andan itibaren Mümtaz ve Halil’in sosyal/sınıfsal çatışmaları aktarılır.

Bu noktada şantaj olayında Halis’in tavrına bakmak da önemli. Halis olayı öğrendiğinde hiç oralı olmaz: “Zengin adam rezil olmaz, iki üç gün dedikodu ederler ama gene de önünde yerlere kadar eğilirler.” Yabancı ülkelerin “az gelişmiş ülkelere yardım programlarından” yararlanarak, yasa dışı işler ve insan kaçakçılığı da yaparak zenginleşiveren Halis Bey için onu utandıracak bir rezalet yoktur. Vicdanı çoktan satılmış durumdadır. Ama oğlu Mümtaz babası kadar utanmaz değildir. Eğer eşine sahte kolye hediye edildiği duyulursa toplum içine çıkamayacağını düşünür. Buna engel olmak için de rezaleti tek bilen hırsızı ortadan kaldırmaya karar verir.

Bir şeyin kullanım değeri olması o şeyin aynı zamanda bir değişim olması için mutlak gerekli şarttır. Buna karşılık bir şeyin değişim değeri olmasa da kullanım değeri olabilir. O şeyin insana sağladığı fayda bir işi gerektirmiyorsa, böyle bir durum söz konusu olur. Hava, el sürülmemiş topraklar, doğal çayırlar, kendi kendilerine yetişen ağaçlar vs. bunun örnekleridir. Bir şeyin mal olabilmesi için yalnız kullanım değeri olması da yetmez; bunun aynı zamanda bir başkası İçin kullanım değeri olması toplumsal kullanım değeri olarak üretilmesi gerekir. Ve sırf başkası için üretilmesi de yetmez. Ortaçağların köylüsü, derebeyi için kira-bedelimsi-tahıl, papaz için öşür-tahıl üretirdi. Ama ne kira-bedelimsi-tahıl ne de öşür-tahıl, bir başkası için üretildi diye, mal demek değildir. Mal olabilmek için ürünün kendisine kullanım değeri olacağı başka bir kimseye, değişim yolu ile devredilmek üzere, üretilmiş olması gerekir. Mal her şeyden evvel, bir kullanım değeri, değişim konusu olacağı bilinerek üretilen bir nesnedir. Değişim, iki kişinin sahip bulundukları farklı iki nesneyi karşılıklı olarak aralarında değiştirmeleridir. Mümtaz için ise değişim önemli değildir. Alışveriş hep kendi lehine olmalıdır. Çünkü o hep büyük balık olma peşindedir. 

Filmde birçok sahnede baba ile oğlu balık avlama mevzusunda karşı karşıya görürüz. Mümtaz babasının olta balıkçılığıyla dalga geçer. Her zaman büyük balık vurmalı ve her zaman büyük balık olmalı. Zira küçük balıklar sadece yemdir Mümtaz için. 

Görsel 5: Mümtaz zıpkınla büyük balık avlamaktadır.

Görsel 6: Mümtaz babasının avladığı küçük  balıkları yengece yem etmektedir. 

                       

Mümtaz’ın büyük balık merakı kısa zamanda büyük paralar elde etmek istemesinin de göstergesidir. Şirketin başına geçince ne yolla olursa olsun kazancı artırmak ve kısa sürede daha çok gelir sağlamak için yasal olup olmamasını önemsemeden her türlü yöntemi uygulamak ister. İşçilere verilen kumanyaların azaltılmasını ve bu tür kalemlerde %25 tasarruf sağlanmasını emrederek çalışanlarını da iyice ezmeye kalkar. Balık adam kıyafeti giyerek zıpkınla büyük balıklar yakalayan Mümtaz, karısının üyesi olduğu yardım kuruluşunun düzenleyeceği hayır balosunun balık adam kostümleriyle yapılmasını önerir. İlk başta kulağa garip gelen bu fikir aslında Metin Erksan’ın filmin anlatımına uydurduğu bir seçimdir. Çünkü baloya gelen herkes yani Mümtaz’ın “çevresi”, onun nasıl görünmesine karar vermiş olan ve Mümtaz’dan farkı olmayan zıpkınlı büyük balık avcılarıdır. Hepsinin de baloya balık adam kıyafeti giyerek gelmesiyle böylece Mümtaz’ın dâhil olduğu “o çevreye” ait oldukları anlatılmış olur. İş yerinde terör estiren Mümtaz’ın iç dünyasını yine bize imajlarla gösterir yönetmen.

Görsel 7: Mümtaz toplantıda önünde hâkim olmak istediği dünya ve bir kafatasıyla.

Bu kare hem Mümtaz’ın güç hırsını hem de ne derece tehlikeli bir adam oluşunun kanıtıdır. Buyurgan bir patron olan Mümtaz konuşurken herkes önüne tedirgin bir şekilde bakmaktadır. Mümtaz’ın kurduğu iktidar altında çalışanlar ezilmektedirler. Bu kare aynı zamanda Mümtaz’ın son sahnede neden kendi yıkımını getirdiğinin de ön gösterimi gibidir. Çünkü Mümtaz’a göre onu kimse ezemez ve ondan güçlü kimse etrafında bulunmamaktadır. 

Burada dikkati çekilecek nokta Mümtaz’ın bencilliğidir. Ona göre “diğer” herkes değersizdir. Babası da karısı da metresi de Mümtaz’dan önemli değildir. Mümtaz’ın evreni kendi zevk ve hırslarından başka bir şeye müsaade etmemektedir. Hatta bu amaçla yanında çalışan namuslu bir işçiyi Halil’i öldürmeye yollamak için kandırır ve onu kendi için kullanır.

Mümtaz sonuna hazırlanırken yönetmen seyirciye hem bir katarsis yaşatır hem de beklenmedik bir sonla baş başa bırakır. Çünkü Mümtaz’ın bir şekilde kaybetmesini istemektedir seyirci. Bunu yakalanarak ya da Halil’le karısı tarafından derdest edilerek olmasını ummaktadır. Oysa Mümtaz son sahnede şunları söyler: “Beni kendimden başka kimse cezalandıramaz.” Bunun üzerine ise kendini öldürür. Bu son bile Mümtaz’ın hırsları ve değerlerini net bir şekilde açığa çıkarmaktadır. İntihardan sonra ise polis teknesinde Halil ile Mümtaz’ın karısı Demet’i görürüz sahile doğru ilerlerken. Bir süre sonra birbirlerine bakaralar ve el ele tutuşurlar. Umutla ve yeni bir bakışla sonlanır film. 

Metin Erksan bu zamansız yapıtıyla yeniden ve hep suçluların aramızda olduğunu gösteriyor.