Türkiye Notları

Fikir Tarih Kültür

Öner Buçukcu TN AKTÜEL Türk Düşüncesi

Bir Zamanlar Barranquilla’da

Göç ve göçün ardından ortaya çıkan deneyim oldukça ilginç gelmeye başladı bana. Ve oldukça zor. Bugün, bir fotoğraftan yola çıkarak sahada karşılaştıklarım ve düşüncelerim arasındaki sert çarpışma üzerine yazacağım. Önce fotoğrafın hikâyesi ile başlamalıyım:

Bir gün bu fotoğrafa bakarken şöyle diyeceğim: Bir Zamanlar Barranquilla’da…

Osmanlı pasaportuyla Latin Amerika’ya göç eden kişilerin torunlarıyla konuşuyorum bir süredir. Mülakatlar yapıyorum. Fotoğrafı Kolombiyalı dostum çekmiş ben mülakat yaparken. Vakit, Kolombiya standartlarında bir hayli geç. 21:00 suları. Mülakatı, Barranquilla’daki mescitte yapmak istedim aslında. Ama biraz huzursuzlandıklarını fark edince başka bir yer aradım. 

Bir müddet yer aradık. Video çekimine bir pizzacı müsaade etti. Canlı müzik yapıyorlarmış, henüz bitmiş. Uzatmayayım, 3 pizza karşılığında kendimize mülakat yapacak bir yer bulabildik.

Karşımdaki kişi Lübnan ve Filistin köklerine sahip. Ataları 1920’li yıllarda göçmüş. “Hangi belge ile göçmüşler?” diye sordum. Dedesi “Osmanlı hükümetinden aldıkları belge ile göç ettiklerini söylemiş. Belge dediysem, bir kopyasını bir başka görüşmede gördüm. Yaklaşık 50 cm uzunluğunda, 20 cm genişliğinde büyükçe bir kâğıt. Pasaport dediğimiz şey bu belge. 

Her tecrübe muhakkak ilgi çekici. Bu kayıt altına aldığım 15 ya da 16. mülakat. Bir başka mülakatta “atalarınız neden göç etmişler” diye sorduğumda birisi “Osmanlılar Araplara makinede çekilecek kıyma gibi baktıkları için” demişti. Sözlü tarih çalışması yapmanın en zor yanlarından birisi bu galiba. Tartışmaya girmemek, karşındaki kişinin gerçek düşüncelerini anlamak ve aktarmak zorundasın. Kurduğu bu cümle çok zoruma gitti ama sesimi çıkaramadım. Kafamı sallayıp geçiştirdim. Bir ara mülakat yaptığım kişi konuşurken kopmuşum. Koptuğumu fark ettiğimde “Anadolu’daki çocuklar Yemen’de niye öldüler?” diye soruyordum kendime. Her can kıymetli. Arapların canı da kıymetli elbette. Demek ki yaşadığımız coğrafyada bir tek Türk’ün canının bir ehemmiyeti yok. 

Falih Rıfkı’yı hatırladım. Zeytindağı’nda şöyle diyordu:

“Yüzbinlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya (Anadolu-öb) şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene

-Benim Ahmed’i gördünüz mü?

diyor. Hangi Ahmed’i? Yüzbin Ahmedin hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararaktrenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor: Bu tarafa gitmişti diyor.” 

Yine Falih Rıfkı’ya kulak verelim. Ne kadar güzel anlatıyor vaziyeti: 

“Tenha çöllerde Türklerin harbini görmeyenler Türklerin kahraman olduğunu nasıl anlayabilir? (…) Kalbini dökmek için dili olmayan saf ve bütün kahramanlar gibi sessiz Anadolu, kanını dökerek Peygamber’e aşkını anlatıyor.”

Hangi Arapla konuşursanız “Milliyetçilik Türklerin hakkı değil” yargısının farklı versiyonlarını görüyorsunuz gibi hissettim. Türk milliyetçi olunca İslamlıktan da insanlıktan da çıkıyor sanki. Türkiye’de bütün etnik mensubiyetleri reddedip kuşatıcı gibi görünen ideolojilerin kisvesinin altında Arapçılık ve Kürtçülük saklandığı, saklanabildiği için meseleye böyle yaklaşmaları normal geliyordu bana. Dışarıda da aynı hissiyatın var olduğunu görmek ilgi çekici. 

Daha sonra Latin Amerika’daki bütün akrabalarını sonradan arayıp bulmuş, muhtemelen arşivinde Kolombiya Ulusal Arşivi kadar belge olan bir başkasına bu öncülle bir soru sorduğumda “bunu söylemek gerçeği çarpıtmak olur. İşin özü, ekonomik sebeplerle göçtüler. Göçerken de ceplerinde beş kuruşları yoktu. Başka etkenler de vardır tabii ama Osmanlı İmparatorluğunda, Saray’dan yönelen çatışmacı yaklaşım sebebiyle göç ettiklerini söylemek sadece haksızlık değil yalancılık da olur” dedi. Ve ekledi: “Bir kısmı da Savaşa gitmemek için göçtüler.”

Bu fotoğrafta karşımda olan kişi de zor bir tecrübeden geliyor. O da bambaşka şeyler söyledi. Şöyle dedi mülakatın sonunda: “Bana kimlik soruyorsunuz. Ben Türküm. Kaybettiğimiz de bizim devletimizdi. Evet bir Arabım ben, ama Türk olarak anılmaktan hiçbir zaman rahatsızlık duymadım, duymayacağım.”

Bu cevabın üzerine yumruk yemiş gibi oldum. İnsanın kafası allak bullak oluyor. Denizler durulmaz dalgalanmadan diyeceksiniz belki. Yok, öyle değil. Bambaşka bir şey bu. Çünkü her görüşme bir başka sarsıntı yaratıyor kafamın içinde. Bir önceki gün de dedesi Barranquilla’daki mescidin kurucusu olan bir gençle mülakat yaptım. Kendisi katolikti. 

Diyeceğim o ki, kimliklenme ve kültürleşme bağlamında bir meseleyi çalışmak oldukça kafa karıştırıcı, oldukça zor bir deneyim. Bir de Türk olmak zor galiba. Yani bize zor gelmiyor da bazıları için affedilmez bir hata.