Doğu-Batı sentezi ya da çatışması hep gündemdedir bizde. Gelenekle beslenmek bazen tenkit edilmiştir, bazense önemsenmiştir. Bu “bazenler” konjonktüreldir ve tartışmacıların da çoğu zaman gözden kaçırdıkları üzere gündelik siyaset koşulları altında belirlenir. Ama bugün geldiğimiz noktada artık “siyaset üstü” sayılan şair ve sanatçılarımız da ürettikleri dönemlerde ister istemez düşünmüşlerdir bu Doğu-Batı meselesini.
Orhan Veli, eski şiirin bir temsilcisi olarak gördüğü Ahmet Haşim’le dalga geçmeye kadar götürmüştür işi. Ama Orhan Veli’den bir sonraki kuşağın şairi Turgut Uyar bir kitabına Divan adını vermiş, içeriği tarihsel ve hesaplaşmacı ancak şekil ve form bakımından Divan şiirine benzeyen şiirler yazmıştır. Bir başka “hesaplaşmacı” aydınımız Kemal Tahir’in, Turgut Uyar’ın özellikle Divan kitabını çok sevdiği ve önemsediği unutulmamalı. Önemli pek çok romancımızın da, Batılılaşma çabaları neticesinde toplumda gelişen tutarsızlıkları gözlemleyip Doğu-Batı çatışmasını irdeleyen kitaplar yazdıklarını, Tanpınar Huzur’da, Reşat Nuri Kavak Yelleri’nde, Tarık Buğra Yağmur Beklerken’de bir tür ne Doğu Ne Batı “olamamayı” anlattıklarını biliyoruz. Orhan Pamuk’a Nobel veriliş gerekçesi “Kentinin melankolik ruhunun izini sürerken, kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulması” olarak izah edilmiş ve yine Doğu-Batı sentezine atıfta bulunulmuştur.
“Anadolu Rock” adı verilen müzik akımı da ilginçtir bu sentez bakımından düşünüldüğünde. Kendisini bu akımın içinde tanımlayan müzisyenler bazen halk türkülerini evrensel rock müziği normlarına uyarlamışlar bazen de kendi yazdıkları halk şiiri formundaki şarkı sözlerini yine rock müziği formatında bestelemişlerdir. Özellikle Barış Manço, oldukça basit ama derinlikli sözler ve kulak yormayan bestelerle epeyce öne çıkmış, büyük halk kitlelerinin benimsediği şarkılar yapmayı başarmıştır. Böylece Doğu-Batı sentezi denilen mefhumu kepaze olmadan başaran özel ve nadir insanlardan birisi ve belki de tek müzisyen olmuştur Barış Manço. Ama bu sentezin doruğuna büyük bir şairimiz çıkmıştır bana göre.
Yaşarken şiirlerini kitaplaştırmamış olan Ahmet Muhip Dıranas, Kar ve Olvido şiirlerinde daha iyisini hiçbir sanat dalında ve sanatçıda göremeyeceğimiz şekilde geleneksel şiirimizle modern şiiri, kültürel ve tarihsel adlarıyla şark ve garbı kusursuz bir şekilde birleştirmiştir. Asıl güzel olan, tıpkı Barış Manço gibi Ahmet Muhip Bey’in de bunu sadece sanatçı hisleriyle yapması değil, poetik yaşamının ilk dönemlerinden itibaren bilinçli bir çaba içerisinde, titizlenerek ve ince işçilikle başarmasıdır. Hesaba katılması gereken önemli bir nokta da Dıranas’ın, devlet ve toplum yaşamının dışında bir insan değil de, Genel Müdürlük seviyesine yükselmiş bir Cumhuriyet bürokratı olmasıdır. Şiiri sevilse ve bazı şiirleri tanınırlıkta kendisini geçse hatta anonimleşse de, maalesef ki akıl ve duygu dünyası üzerine hiç düşünülmemiştir büyük şair Ahmet Muhip Bey’in.