1930’lu yıllara damga vuran en güçlü düşün hareketlerinden Kadro’nun literatürde ekseriyetle siyasi yelpazenin solunda durduğuna dair bir görüş mevcuttur. Bu yaklaşım elbette çeşitli açılardan doğrulanmakla birlikte 1930’lu yıllar gibi muğlak bir dönem içerisinde Kadro gibi iktidara yakınlığı ile bilinen bir hareketi bütünüyle sağ-sol denklemi içinde bir yere oturtmak yeniden tartışmaya açılması gereken bir husustur. Zira tıpkı dönemin iktidarını nasıl sağ-sol kavramları üzerinden konuşmayı eksik buluyorsak aynı şekilde Kadro’nun da bu eksende tartışılması pek çok hatayı da beraberinde getirecektir.
Kadro’nun Kemalizmin sol kanadını temsil etme iddiasının arkasında bazı güçlü argümanlar bulunmaktadır. Bunlardan ilki Kadro’yu kuran ekibin SSCB’de eğitim görmüş olması ve bir kısmının gerek sosyalist fikirlerle gerekse örgütsel olarak TKP ile belirli bir süreçte ilişki kurmuş olmasıdır. Kurucuların SSCB deneyiminin elbette onları düşün dünyasına bir etkisinin olmaması düşünülemez. Ancak bu doğrudan ve açık bir biçimde Kadro’nun sosyalist bir ideale de sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Kadro, Tek Parti döneminde iktidar ile kısa süre olsa da yakın ilişki kuran ve Millî Mücadele sürecinin teorileşmesi amacıyla ortaya çıkan bir entelektüel bir çabadır. 1930’lu yıllarda sosyalizmin iktidar katında bir karşılığı olmadığı gibi “üçüncü yol” söylemi üzerinden ortaya çıkan alternatif arayış Kadro’yu da yakından etkileyecek ve kapitalizm ile sosyalizm dışında alternatif bir “ulusal” model arayışı içine girilecektir. Sadece bu nedenle dahi Kadro’nun 1960’lara damgasını vuran sol-Kemalist yorumun doğrudan bir öncülü olması iddiası tartışmalı bir konu olarak önümüze çıkmaktadır.
Zira Kadro, sosyalizmin sınıf çatışması temelinde sosyalist bir devrime giden ideallerine üretimleri kapsamında sahip değildir. Sanayileşme temelinde devletin güçlendirilmesine vurgu yapan derginin yönetilenlerden ziyade yöneticileri muhatap alan görüşleri ile ülkenin emekçi kesimlerinin durumlarına dönük kayıtsızlığı Kadro’nun sol bir temsilci olmasını güçleştirmektedir. İktidarın ürettiği “üçüncü yol” alternatifini merkeze aldığı için anti-kapitalist bir tutuma sahip olmaması da yine Kadro’yu bu konuda zayıf bırakmaktadır. Çatışmacı ve dinamik bir toplumda emekçilerin iktidara geleceği bir özlemden ziyade “sınıfsız toplum” ideali temelinde ulusal ölçekteki eşitsizlikleri görmezden gelen tutumları da yine başka bir zayıflık noktasıdır.
Kadro’nun sosyalizmle kurduğu ilişkiyi esas tespit edebileceğimiz yer daha çok dış politikaya dair görüşlerinin temelini oluşturan emperyalizm teorisi ile kurdukları ilişkidir. Şevket Süreyya’da daha güçlü bir biçimde tezahür eden emperyalizm teorisinin Lenin’in sömüren-sömürülen ülkeler karşıtlığı üzerine kurulu olması, bu bağlamda da sömürgecilik karşıtlığına sırtını yaslayan bir anti-emperyalizm söylemi elbette Kadro’nun dünyayı algılarken Leninist kodlara sahip olduğunu ve bu bağlamda da sosyalizmle ilişkili olduğunu göstermektedir. Ancak bir yandan Lenin’in teorisinden mülhem bir dış politik vizyon ortaya çıkmasına rağmen sömüren-sömürülen ülkeler ikilemi “başat çelişki” kavramının sınıfsal değil ulusal bir temelde kurulmasını da beraberinde getirmiştir. Leninist teorinin “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” bağlamında uluslar temelinde bir açılım yapmış olmasına rağmen sınıfsal denklemi terk etmemiş olduğunu görüyoruz. Ancak Kadro’ya döndüğümüz zaman Leninist teorinin revizyonunda sınıfsal denklemin bir reddiyeye uğradığını da söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye’nin de bir ulusal kurtuluş mücadele sürecinden geçmiş olması ve Kadro’nun iktidara yakınlığı göz önüne alındığında bu durum siyasi olarak anlaşılabilir. Ancak sosyalist kökenli bir teori içinde oldukça merkezi bir öneme sahip olan sınıfsal denklemin göz ardı edilmesi ve dünyadaki temel çelişkinin sınıfsal değil ulusal olduğunun iddia edilmesi her ne kadar emperyalizm teorisine sadık kalınsa da bunun yorumlanmasında klasik bir sosyalist eğilimden kopuşu da görmemiz gerekmektedir. Emperyalizm bağlamında bakıldığı zaman Kadro’nun erken bir dönemde anti-emperyalist bir söylem üzerinden Kemalizmin sol yorumuna katkı yapmış olabileceği iddia edilebilir.
Sosyalizmle bağlantılı bir diğer başlık List’in “milli iktisat” yaklaşımının devamı niteliğinde olan ve Alman Tarihçi Okulu çevresinin geç dönem temsilcilerinden miras kalan ve Kadro’da sıklıkla karşılık bulan “devlet sosyalizmi” kavramıdır. Alman devletinin başta İngiltere ve Fransa gibi rakiplerine karşılık olarak ulusal kalkınmacılığı önceleyen bir fikir Kadro’nun sosyalizmle yakınlığı için aracı bir kavram olarak kullanılmıştır. Halbuki devlet sosyalizmi, klasik anlamda sosyalizmin öngörülerinin aksine sınıfsal çatışmadan ziyade ulusal uzlaşıya odaklanan, devleti iktisadi temelde sömürgecilik yarışına sokacak kadar güçlendirmek isteyen hatta devletin iktisadi ve siyasi güçlenmesiyle birlikte yayılmacı bir pratiğe de cevaz veren bir yaklaşımdır. Anaakım sosyalizmle ortaklığı yalnızca “bir başka devletin boyunduruğu altına girmeme” olan bu fikrin sol bir temelde karşılık bulması hem kuramsal olarak hem de Almanya’da Nazi iktidarına ilham olacak düzeye geldiği için pratikte de sosyalizm ile ilişkisini kurmak oldukça zordur. Devlet sosyalizminin devleti merkeze alan güç merkezli yaklaşımı, buna bağlı olarak devletin ikbali için var olan çatışmasız bir toplum özlemi yine bize sosyalizmden ziyade sömürgecilik rekabeti içinde yer almaya çalışan ya da sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelesi vermeye çalışan devletçi ve milliyetçi yaklaşımlara çok daha yakın bir gerçekliğe karşılık gelmektedir.
Liberalizmin çökeceğine dair yaptıkları eleştiri bir yandan Avrupa-merkezciliğe itiraz öte yandan da bir kapitalizm eleştirisi olarak görülebilir. Ancak “üçüncü yol” kavramını merkeze alan iktisadi yaklaşımları özel sektörü doğrudan karşısına almadığı devletin çıkarları uyarınca kamu-özel işbirliğini savunan bir niteliğe sahip olduğu için sosyalizmle benzerliği ancak planlı bir müdahalecilik ile sınırlı kalmıştır. Bu ilkesel tutumun savunulmasına karşılık Kadro’yu kendi döneminde farklı kılan ve sol-Kemalizme kaynaklık etmesi kuvvetli olan esas tutumu derginin kapanmasında önemli rolü olan “milli burjuvazi” tartışmasında aldıkları pozisyon ile ilgilidir. Kadro’nun “aferistler” olarak tanımlanan ve milli burjuvazi projesi olan devletçilik dönemine damga vuran İş Bankası çevresinden duydukları rahatsızlığı sert bir şekilde dile getirdikleri metinlerde devlet içi bir çatışmayı adını koymasalar da esasında sınıfsal bir temelde analiz etmişlerdir. İnönü-Bayar arasındaki gerilimin tırmandığı bir süreçte İnönü’ye başyazı yazdırarak tarafını belli eden kadronun “milli burjuvazi” karşıtlığı sosyalist bir temelde olmasa dahi
Kadro’nun “tarihi maddecilik” tercihi üzerinden ideolojik pozisyonunu iktisadi temel üzerinden kurması da yine Kadro’nun sol-Kemalist yoruma öncülük etme iddiasına dair bir diğer göstergedir. Dönemin anaakım pozitivist mirası ile maneviyatçılık çatısı altında inceleyebileceğimiz ve ülkenin muhafazakâr siyasi bakiyesinin felsefi köklerini oluşturan yaklaşımlara alternatif olarak tarihi maddecilik savunusu, Kadro’nun sosyalist düşünce ile yakınlığını teslim etmektedir.
Özetle Kadro, dünyayı yorumlamaya çalışırken liberalizm karşıtlığı, emperyalizm teorisinden aldığı destek, tarihi maddecilik savunusu gibi kritik noktalarda sol-Kemalizmi önceleyen bir analiz biçimi yaratmış olsa da gerek ideolojik pozisyonundaki muğlaklık gerekse sosyalizmin açıktan savunulmasının mümkün olmadığı bir dönem içinde varlık göstermeye çalışmaları derginin sol-Kemalist bir yorumu ortaya çıkardığına dair tartışmayı zayıflatmaktadır. Başka bir ifadeyle Kadro’yu sol-Kemalist olarak tanımlamak yerine sol-Kemalist bir yoruma zemin oluşturacak bazı eleştirilere sahip olduğunu iddia etmek çok daha anlamlı olacaktır. Zira eleştiri düzleminde kullandıkları kavramların ya da yaklaşımların pratik düzeyde bir karşılığının olmaması, sosyalizmin ana yönelimleri ile ters düşen söylemleri ve sosyalizme dair idealist bir pozisyona sahip olmamaları da yine Kadro’nun soldaki temsilini zayıflatan diğer hususlardır. Ancak dünyayı algılamaya çalışırken kullandıkları kavramların sahiplenilmesi ve geliştirilmesi aracılığı ile Kemalizme sosyalist temelde bir yorum kazandırma imkânı ortaya çıkacaktır. 27 Mayıs sonrasındaki etki alanı genişleyen sol-Kemalist yorum esas olarak sosyalizmin evrensel dinamiklerine çok daha yakın bir tutum sergileyecektir.