Türkiye’de hemen her alanda olduğu gibi yayıncılıkta da bir kriz mevcut. Bu kriz, maddi koşullar sebebiyle yeni kitaplar basılamaması olarak yansıtılsa ya da görünse de, esasında basılan kitapların pek çoğunun aynı klan, cemiyet, cemaat içerisinde olma, muhtemel gönül veya arkadaşlık ilişkileri, çeşitli statü ve network beklentileri bağlamında belirlenmesi olarak ortaya çıkıyor daha çok. Öyle ki her devir en doğru yerde itinayla durmasıyla tanınan bir şairimizin evladının berbat öykü kitabını basan “büyük” yayınevlerinden, çeşitli “analizci” ve pek çoğu memleketimiz hakkında yanılmaktan bitap düşmüş Twitter fenomeni olmaya çalışan akademisyenlerimizin doktora tezlerini artık kendisiyle özdeşleşen çeşitli betimlemeli adlarla basan yayınevlerimize kadar oldukça tuhaf bir iklimde yaşayıp gidiyoruz.
Yayınevleri büyüdükçe bu tutumla bastıkları toplam kitap sayısı arasındaki “yoğunluğu” artıyor. Üstelik yayıncılarımız çok matah işler yapılıyormuş gibi sürekli devletten yardım talep ediyorlar ya da devleti yayıncılığa yeterince yardımcı olmamakla itham ediyorlar. Hiç kimse de kamu adına vergi toplayan devletin, bu vergileri neden bir kitlenin birbirini “eylemesi” için kullanması gerektiğini sorgulayamıyor. Bu saçmalık da memleketteki tüm saçmalıklar arasında hiç değişmeden aynı anonim sıkıcıkla böylece sürüp gidiyor. Ne demişti Yalçın Küçük: “Ömrümüz Türkiye’deki saçmalıkları izlemekle geçiyor.”
Okunmaya değer “yeni” kitap bulma sıkıntısı çekerken geçenlerde bir kitap çarptı gözüme. YKY tarafından yayımlanmış, Tolga Aydoğan’ın “Orhan Veli’nin Ankara’daki Ayak İzleri” adlı kitabı. Hem Orhan Veli hem de Ankara ilgi alanıma girdiği için kitabı hemen alarak bir gecede okudum (https://www.yapikrediyayinlari.com.tr/orhan-velinin-ankaradaki-izleri.aspx).
Kitabın adında Orhan Veli Kanık’ın soy isminin kullanılmamasını ve kitap içerisinde kendisinden sürekli “Orhan Veli” şeklinde bahsedildiğini anlamakla birlikte bu tercihi doğru bulmadım ancak Tolga Aydoğan’ın kitabını genel olarak ilgiyle okudum. Bu bir kitap inceleme yazısı değil de sadece bir değini olduğu için detaylarına girmeyeceğim ve meraklısının yorumuna bırakacağım çeşitli tekrarlar, edebiyat ya da şehir tarihini aşan tevatürler, Ankara ile ilgisiz ve şairin kişisel yaşamından pek çoğu artık bilinen çeşitli detaylar olsa ve bunlar kitabı şair-şehir ilişkisinden çıkararak okumayı yer yer güçleştirse de Aydoğan’ın kitabı hazırlamak için oldukça emek harcadığı bir gerçek. İçinde Orhan Veli Kanık’ın Ankara’da yaşadığı çeşitli adreslerden ilk defa tespit edilen birkaç yer olması da bu emeğin değerini perçinliyor.
Peki bu kitabın Ankara şehir tarihi bakımından bir önemi var mı? İşin asıl dokunaklı kısmı burada başlıyor. Kitapta Orhan Veli Kanık’ın bir şekilde yaşadığı, çeşitli kurumlarda çeşitli unvanlarda memur olarak çalıştığı, yalnız başına ya da arkadaşlarıyla vakit geçirdiği mekanların bir kaçta tanesi hariç hiçbiri yok artık bugün Ankara’da. Yani yaklaşık altmış yılda pek çoğu tarihe karışmış. Ayakta duranlar da eski kimliklerinden çok uzak (Belki Evkaf Apartmanı istisna tutulabilir), bambaşka şekillere bürünmüş. O dönem genç Cumhuriyet’in olanaklarını genç başkentinden yana kullanması sebebiyle de oldukça canlı olduğu anlaşılan kültür yaşamı da muhtemelen tüm dünyaya paralel olarak yok denilecek şekilde gerilemiş durumda.
Ankara’nın merkezinin, yani Kızılay’ın dünyanın başkentleri arasında en kötü şehir merkezlerinden biri olduğunu düşünüyorum hep. Tabi ki dünyadaki tüm başkentleri görmedim ve görmeden de öleceğim. Ama nedense bu düşüncemden kurtulamıyorum. Kızılay kadar çirkin, ruhsuz, amaçsız bir başkent şehir merkezi var mıdır? Olduğunu sanmıyorum. Tolga Aydoğan’ın kitabını okudukça ve Orhan Veli Kanık’ın geçmişin Ankara’sında peşine düştükçe bir yerleşim yerinin tam da gerçek bir kente dönüşecekken geldiği hâle yazıklanmamak mümkün değil.