Türkiye Notları

Fikir Tarih Kültür

Öner Buçukcu TN AKTÜEL Türk Düşüncesi

Montevideo’da İki “Türk!”*

Sevgili dostum Guzman Moresco’ya

Ertesi sabah o gün ne yapsam, nasıl bir görüşme kapısı açsam diye düşünürken bir önceki gün tanıştığım Guzman aradı. Aslında sadece nasıl olduğumu, bir yardıma ihtiyacım olup olmadığını öğrenmek için aramış. Ben de, henüz görüşme yapamadığımı, üzgün olduğumu söyledim. Guzman bir şey demeden kapadı. Yaklaşık bir saat sonra tekrar aradı ve bütün bu seyahatin en kıymetli hediyesini verdi: 97 yaşında Wadad Akiki Abi Chabki ile bu şekilde buluştum. Bana kalırsa Chabki ile yaptığım mülakatın buraya dönük gerçekleştirilecek çalışmalar açısından da ilerleyen dönemde bir kıymeti olacak. 

Chabki, Lübnan asıllı bir ailenin ilk çocuğu. Annesi ile babasının hikâyesi ilginç. Annesi Lübnan’da çok zengin, aristokrat diyebileceğimiz bir aileden geliyor. Babası ise fukara bir ailenin çocuğu. Bir zengin kız fakir oğlan hikayesi var. Mesele uzun. Nihayetinde anne-baba evleniyor, Uruguay’a göç ediyorlar. Baba S. J. Akiki’nin hikâyesi bana çok etkileyici geldi, bu fasılda onun hikayesinden azıcık bahsetmek istiyorum. 

Akiki 25 yıl Uruguay devleti için diplomat olarak çalışmış bir hanımefendi. Fransızca, Arapça ve İngilizceyi hâlâ akıcı bir biçimde konuşabiliyor. Uruguay’da (Arjantin’de de kısmen böyle) bir eve misafir olarak girebilmeniz için ev sahibinin kapıya kadar inmesi ve size kapıyı açması gerekiyor. Yanlış anlaşılmasın, geleneksel bir şeyden değil bir güvenlik tedbirinden bahsediyorum. Bu detay şu açıdan önemli: Wadad Hanım, hâlâ kendi işini kendisi yapabiliyor ama O’nun yaşındaki bir hanımefendinin benim gibi, hele şimdilerde sıklıkla karşılaşabileceği bir araştırmacının mülakat teklifini kabul etmesi, kendisi açısından uğraştırıcı gibi geldi bana. Yukarıya birlikte çıktık. Ben, Bayan Wadad’ı daha fazla yormama kaygısıyla hemen lafa girmeyi denedim. Ben susturdu: “Önce birer kahve içelim, sonra konuşuruz” dedi. 

97 yaşında bir Hanımefendi, mutfağa girip kahve yapmaya başladı. Mısır’dan gelmiş, oldukça şık, ince döküm, eski ve kıymetli oldukları her hallerinden belli kahve fincanlarına kahveleri doldurdu ve “eğer bana yardımcı olmak istersen kahve tepsisini alabilirsin” diye uyardı. Bu arada ben evin duvarlarında bulunan fotoğrafları inceliyordum. Babasının çok çeşitli fotoğrafları evin çeşitli yerlerinde sergileniyordu ama benim en ilgimi çeken, arka fonda Lübnan dağının olduğu, anlaşıldığı kadarıyla ailenin birinci nesil üyelerinin yer aldığı fotoğraftı. Evin çeşitli yerlerinde, sayıları az da olsa, Arap alfabesiyle kaligrafik çalışmalar da bulunuyordu. Ama genel olarak bu ev bir S. J. Akiki müzesi biçiminde tasarlanmıştı demek mümkün. O arada Guzman geldi ve sohbet koyulaşmaya başladı. Bayan Wadad annesi ile babasının aşkından bahsediyordu. Lafı böldüm ve bu anlattıklarının kaybolmaması için kaydetmemiz gerektiğini söyledim. 

Önce anlam veremedi. Ben de benim bir araştırmacı olduğumu, eğer anlattıklarını kayıt altına almazsak sadece benim şahit olacağımı ve benim anladığım kadar bu bilgilerin kullanılabileceğini; ancak kayıt alırsak bu tecrübeden faydalanmak isteyecek herkes için açık kaynak hâline getirebileceğimizi söyledim. Ve bence daha önemli olanın S. J. Wadad’a ilişkin tarihe bir not düşme olduğunu ekledim. Duygulandı, kabul etti. Konuşmaya başladık.

Araştırmam yayınlanınca göreceksiniz, mülakat yaptığım herkese şu minvalde bir soru soruyorum: “Babanızı (ya da annenizi) kimlik açısından nasıl tanımlarsınız?” 

Aynı soruyu Chabki’ye de sordum. Bu soru onu çok duygulandırdı ve şu cevabı verdi: 

“Bu soruyu bana sorsanız, yani ‘Wadad sen kendini nasıl hissediyorsun, nasıl tanımlıyorsun’ diye sorsan ‘ben kendimi bir Uruguaylı olarak hissediyorum’ derdim. Ama babam bir Lübnanlı olarak doğdu, bir Lübnanlı olarak ve Lübnan için yaşadı ve bir Lübnanlı olarak öldü. Babam Uruguay’da Lübnan kulübünün kurucusu. Dahası, çok uzun süre Lübnan kültürünü ve Lübnan kimliğini Uruguay’da yaşatmak için El Vatan adında bir dergi yayınladı. Ve bize hep şunu söyledi: ‘Ben olursem beni Lübnan’a gömün, sakın buralarda bırakmayın.”

Bu cümlelerini aktardıktan sonra kendi duygusunu da şöyle ekledi: “97 yaşındayım. Lübnan Dağı’nı büyük ihtimalle bir kere daha göremeyeceğimi biliyorum. Bir kokusu var sanki ve o koku benim burnumda.”

Chabki ile yaptığım mülakatı çözümleyeceğim. Ama başarabilirsem altyazıları ekleyip YouTube’a yüklemek istiyorum. Çünkü “Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sorduğumda bir diplomat gibi toparlanıp, bence bu çerçevede bir mülakat için oldukça gelişkin olan cevabını, hâl ve hareketleri, mimik ve tavırlarıyla görmenizi istiyorum.

Bu görüşmenin benim açımdan en önemli yönü ise şu oldu: Chabki bana babasının çıkardığı derginin bazı sayılarından kopyalar hediye etti. Ben bana göstermek için çıkardı zannediyordum. “Bunlar senin” dedi. Bence çok kıymetli şeylerdi bunlar, kabul edemeyeceğimi ama müsaade ederse birerk kopyalarını hemen çıkartıp Guzman ile gönderebileceğimi söyledim. Ama almam konusunda ısrar etti ve bu ısrarını şöyle açıkladı: 

“Benim babam buraya Osmanlı pasaportuyla gelmedi. Büyük ihtimalle Fransız pasaportu taşıyordu. Ama biz burada ‘Türkler’ olarak anılmaya devam ettik. Buradaki yerliler için biz Türk idik. Şimdi bunu söyleyerek seni üzmek ya da kırmak da istemiyorum ama, Türk olarak anılmaktan pek de hoşlandığımızı söyleyemem. Ama bir biçimde Türk olarak anıldık. Buna rağmen şimdiye kadar kimse bana gelip Türkiye hakkında ne hissettiğimi sormadı. Türkiye’den birisi benim ve babamın tecrübesine değer veriyor. Bu değer bana şunu düşündürdü: Bu adam bu dergilere benden daha fazla değer verebilir.”

Aslında çok bir şey yapmadım. Mülakatı yayınlayabilirsem göreceksiniz ya, sadece dinledim. Ve sadece dinleyerek Wadad’ın babasından kalan en değerli şeylerin sahibi oldum. 

Bana çok benzer şeyi Barranquilla’da görüştüğüm oldukça zengin bir iş adamı da söylemişti. “Bize Türkler diyorlar. Biz Türk değiliz ve bazılarımız sırf bu adlandırmadan kurtulabilmek için Arapça konuşmayı bıraktıklarını söyleyeceklerdir sana. Ama uzun süre böyle adlandırıldık. İşin ilginç tarafı biz böyle adlandırılırken Türkler bize hiç dokunmadılar.” Başka birçok şey söyledi de, onlar bana emanet kalsın. Kimsenin kalbi kırılmasın.

* “Latin Amerika’ya Osmanlı Göçü: Kimlik, Kültürleşme ve Yönelimler” gibi bir başlıkla neşredeceğim metnin bir parçası olacağını umuyorum.