Besim F. Dellaloğlu Poetik ve Politik adlı ilham verici kitabının “Üniversite” bahsinde üniversite-akademi tartışması yürütmüş ve bu iki kavramın arka planlarıyla birbirine rakip olduğu vurgulamış; üniversitenin ortaçağ ve skolastik düşünceyle akademinin ise antik Yunanla ve hümanizmle ilişkisi olduğunu açıklamıştır. Maalesef kavramların kaypaklaştığı bu çağda anlam bakımından da bir merkezi olmayan tuhaf bir yapıyla karşı karşıyayız. Yükseköğretim kurumlarına yönelik bilgiye dayalı tartışma yerine çoğunlukla yaratıcılıktan uzak, kötüleme ve övme temelli yaklaşımlar bulunmaktadır. Akademileri ve akademisyenleri beğenmeyenler, akademi ve akademisyenliğe hasetle bakanlar, akademi ve akademisyenliği ranta çevirenler, akademi ve akademisyenliği siyasete bulaştıranlar, akademiyi ve akademisyenliği yalnızca geçim kapısı olarak görenler yıllardır ülkenin yükseköğretimine etmediklerini bırakmamışlardır. Bununla birlikte her zaman umut etmemize vesile olacak kişiler, durumlar, kurumlar da yok değildir.
Yükseköğretim kurumlarımızda olumsuz bir sürü hadise yaşanırken bir başka tarafta akademi içinde kendine başka bir yol seçmiş “tuhaf” ve “özgün” üniversite mensupları bulunmaktadır. Bu akademisyenler düşünce üretme sıkıntısını ve sorumluluğunu ömürleri boyunca taşımaktadırlar. Unvanların ve sıfatların kolay elde edilmemesi gerektiğine olan inançlarıyla yaşantılarını sürdürmektedirler. Bu tuhaf akademisyenler, alanlarında gündeme gelmeyen konulara eğilmeye çaba göstermekte, yeni fikirler ortaya atmak için riske girmektedirler. Bir formülasyon üzere yayın yapmak yerine kütüphanelerde çalışmakta, seyahatler gerçekleştirmekte, türlü üniversitelere ziyaretlerde bulunmaktadır. Bunun sonunda ilham verici çalışmaları literatüre kazandırmaktadırlar.
Bu tarz çalışmalardan birini ilk paragrafta andım. Yazının gelişmesi için örnek olarak detaylıca bir başka kitabı sunmak istiyorum.
Mert Öksüz’ün Muharir ve Matbuat: On Dokuzuncu Asırda Yazarlık Mesleği ve Bâbıâli Çevresinde Yayıncılık Faaliyetleri adlı çalışması 2022 yılı mart ayında Libra Kitap etiketiyle alandaki araştırmacıların ve meraklı okurun dikkatine sunuldu.
Ülkemizde edebiyat alanında yapılan çalışmalar, özellikle Türk Edebiyatında, çoğunlukla yazar-şair hayatına ve/veya eserlerine yönelik olarak karışımıza çıkmaktadır. Disiplinlerarası ve/veya multidisipliner çalışmalar riskli ve zorlayıcı olarak görülmektedir. Muharrir ve Matbuat’ta ise edebiyat-sosyoloji-kültür-ekonomi-tarih disiplinleri arasında mekik dokuyan araştırmacı 19. yüzyılda yazar ve yayıncı ilişkisini odağına alıyor. Matbuat dünyası, kültür piyasası, yazar telifi, korsan kitap, tefrika eser, telif hakları gibi bugün de güncelliği koruyan birçok sorunun modern edebiyatımızın başlangıcı sayılan 19. asır edebiyatındaki gündeme gelme biçimini ve farklı tartışmaları çalışma boyunca takip ediyoruz.
19. yüzyıl ülkemiz için önemli bir dönemdir. Komple bir ülke modernleşmesi söz konusu olmasa da İstanbul için modernleşme 19. yüzyılla başlar. Ülke olarak ilk modernleşme girişimimiz dönemin başkentiyle sınırlı kalmıştır tıpkı cumhuriyet modernleşmesi gibi. Modernleşmeye vesile önemli icatlardan biri matbaadır. Öksüz’ün çalışması da muharrirlik müessesiyle başlıyor. Meslek olarak yazmayı tercih edenlerin modernleşmenin öncüllerinden olan matbaa ile ilişkisine eğiliyor.
Dönemin önemli muharrirlerinin anıları, notları ve yazışmaları üzerinden meslek olarak edebiyatçılığın detaylarına vakıf oluyoruz. Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal, Ahmet Rasim, Halit Ziya gibi isimlerin yayıncılarla ve meslekle ilişkisine ilginç örnekleri de çalışmada bulabiliyoruz. Örneğin Ahmet Mihat’ın bir metin için kaç lira telif aldığını, Namık Kemal’in neden korsan yayıncıların favorisi olduğunu, yayınevlerinin yazarına göre takıntığı tutumları, Halit Ziya’nın İzmir’den gelirken türlü hayaller kurduğu İstanbul kültür piyasası karşısında hayal kırıklığına uğradığını, Bâbıâli’de kurulan kitapçı tezgâhlarını, formalara ayrırarak kitap satma gibi ilginç satış stratejilerini akademisyen Mert Öksüz’ün çalışmasından öğreniyoruz. Birçok belge ve atıfla araştırmacı yeni okumalara da alan açıyor. Bununla birlikte kitap içerisinde kullanılan görseller için yazara teşekkür edilmesi gerektiği gibi bu görselleri kitapta incelenebilir şekilde bastığı için yayıncıyı da kutlamak gerekiyor.
Muharrir ve Matbuat’ta, hamisinin kanatları altında üretim yapan şairin, matbaanın ve yeni türlerin edebiyatımıza girmesiyle bambaşka bir edebiyat ortamının ortaya çıktığı 19. yüzyılda, suya atılan ve yüzmeye gayret eden bir çocuk gibi çırpındığını görüyoruz. Dünyanın edebiyatının bu çağda ülkeye daha hızlı girdiğini ve kültürel alışverişin yoğunlaştığını; yayın bürokrasinin oluştuğunu, yayıncıların yeni hamleler yaptığını ve muharririn şaşkınlığının bir süre daha süreceğini anlıyoruz. 19. yüzyılda birçok alanda yenileşme çabalarının yayın ve yayıncılık faaliyetlerini de etkilediğini açıklayan Mert Öksüz; kanunlardan, sansür uygulamalarına, kâğıt ekonomisinden, tirajlara kadar birçok detaya parantez açıyor bu çalışmasında.
Yükseköğretim kurumlarımızda yapılan çalışmaların okunabilirliği, ulaşılabilirliği de uzun yıllardır tartışılır. Ülkemizde birilerini elemek için ve düşünce üretmeye engel olsun diye tanımlanan ve üniversitelere giren “akademik dil” garabetinden uzak bir üslupla yazılan Muharrir ve Matbuat, 19. yüzyıla bambaşka bir pencereden bakmamıza da vesile oluyor. Bu pencereler arttıkça yükseköğretimimizin ve alanda yapılan üretimlerin kalitesinin de artacağı kesin.
Muharrir ve Matbuat:
On Dokuzuncu Asırda Yazarlık Mesleği ve
Bâbıâli Çevresinde Yayıncılık Faaliyetleri
Mert Öksüz
Libra Kitap